Muhterem Prof. Dr.
Suat Yıldırım hocamız vasıtasıyla bana ulaşan İbrahim Adem Bey'in gördüğü manidar ve mesajlı bir rüyayı sizlere arz etmek istiyorum...
Şöyle anlatıyor: Geçen kandilde rüyamda
İbrahim Canan hocamızı gördüm. Bizim Kamil Bey'le beraber ziyaretine gitmişiz. Bizi elinde kalın bir kitapla büyük bir salonda karşıladı. Boynuna çok güzel bir kaşkol bağlamış ve elinde bir kitap, salonun ortasında duruyordu... Salon çok büyük; dört duvarı da yerden tavana kadar kitaplarla dolu. Yerler tüylü füme bir halıyla kaplı, dört bir taraf kitaplık. Salon mâlikane salonu gibi çok geniş, çok yüksek ve geniş bir kapısı var. Kapıdan başka bütün duvarları kitaplarla dolu, büyük bir kütüphaneye benziyor. Salonun ortasında geniş bir
masa var; üzeri yine kitaplarla dolu. O salondan başka yan tarafta da salonlar var; onlar da kitaplarla dolu. "Kendimi burada inzivaya çektim; sadece ilmî çalışmalarla ve kitaplarla meşgul oluyorum. Burası tam aradığım yer; her türlü kitap kaynak var ve çok sakin, ne gelen giden, ne arayan soran var. Tamamen kitaplarla baş başayım ve ilmî çalışmalara kendimi vermiş durumdayım. Telefon da yok, konferanslara da gitmiyorum. Bir yere çağıran da yok, kafam burada çok rahat; hiçbir yoğunluğum yok; sadece kitaplarla ve ilmî çalışmalarımla meşgulüm." diyor. Kamil Bey'e; "Sen nereden geldin?" diye soruyor. Kamil Bey, "
Güney Afrika'dan geldim." diyor. O da, "Afrika'da ileride çok büyük hizmetler olacak; biz burada şimdiden o hizmetlerin kitabını yazıyoruz." diyor. "Buradan dışarıya hiç çıkıyor musunuz?" diye sordum. "
Hayır, geldiğimden beri hiç çıkmadım; arayan soran da olmadı; gelen de olmuyor. Aslında çıkmaya da hiç ihtiyaç duymadım; dışarıdan da uzun süredir bir haberim yok. Kendimi tamamen burada kitaplara verdim; hiç aklıma gelmiyor dışarısı. Ama sadece kızlarımdan haberim oluyor, ona müsaade ediyorlar. Onların haberlerini alıyorum sadece." diyor.
Bediüzzaman Hazretleri bir mektubunda diyor ki: "Ehl-i keşfi'l-kuburun müşâhedesiyle, müteaddit vâkıalarla, ilimleri tahsil ederken
vefat eden bazı ilme iştiyaklı ve ciddi ilim talebeleri, şehitler gibi kendini hayatta ve kendi dersiyle meşgul görüyorlar. Hatta meşhur bir ehl-i keşfi'l-kubur, vefat eden, sarf ve nahiv (gramer) okuyan bir talebenin kabrinde Münker, Nekir'e nasıl
cevap verecek diye murâkebe etmiş ve müşâhede edip işitmiş ki, sual meleği ona 'Men Rabbüke' (Senin Rabb'in kimdir?) diye sorunca, o nahiv dersiyle meşgulken vefat eden talebe, o meleğe cevap olarak 'Men' (kimdir), 'mübtedadır.' 'Rabbüke' (Rabbin), 'onun haberidir.' diyerek nahiv ilmine göre cevap vermiş, kendini medresede zannetmiş. İşte bu vâkıaya muvafık olarak ben (Denizli hapishanesinde vefat eden)
merhum Hâfız Ali'yi aynen hayattaki gibi
Risale-i Nur ile meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir ilim talebesi vaziyetinde ve tam şehitler mertebesinde ve hayat tarzlarında biliyorum ve kanaat ile ona ve onun gibi Mehmed Zühdü'ye ve Hâfız Mehmed'e bazı dualarımda derim: 'Ya Rabbi! Bunları kıyamete kadar Risale-i Nur kisvesinde imanî hakikatlar ve Kur'anî sırlar ile tam bir ferah ve sevinçle meşgul eyle.' Âmin, inşaallah."
İlmî bir konferanstan ve sohbetten dönerken
trafik kazasında vefat eden Prof. Dr. İbrahim Canan hocamız için de aynı şekilde hüsn-i zan ediyoruz... Merhum hocamızın en büyük emeli,
aile hayatımızın korunması için ilmî çalışmalar yapan bir vakfın kurulması idi. Bunun için Ş.Urfa'daki arsasını tahsis edecekti... İnşaallah böyle bir çalışma olur ve kurulacak bir akademiye İbrahim Canan hocamızın ismi verilir...