Son günlerde art arda gelen
içki yasağı, Muhteşem Yüzyıl'a ceza ve
heykel yıktırma operasyonunun yarattığı genel manzaranın hiç de iç açıcı olmadığını yazmıştım dün.
Ne var ki, genel manzarayı endişe verici kılan gelişmeler bu kadarla da kalmıyor. Bir de bazı temel meselelerde siyasi çizginin verdiği değişim sinyalleri var. Biz bu değişim sinyallerini öğrencilerin yumurtalı
protesto gösterilerine Baş
bakan'ın verdiği aşırı sert tepkiyle birlikte almaya başladık. İlk protesto gösterisinde polisin orantısız güç kullanımı apaçık ortadayken,
Başbakan buna hiç değinmeden, protestocu gençlere derhal anarşist ve
provokatör yaftasını asmakta tereddüt etmedi.
Hemen ardından BDP'nin
Özerklik Taslağı'na MGK bildirisiyle aynı dalga boyundan verilen şoven milliyetçi
cevap geldi. Öyle ki, Başbakan bu konuşmasında 2007'de altını çizerek savunduğu idari ve siyasi ademimerkeziyetçiliği reddetme noktasına geriledi.
Geçtiğimiz günlerde gerek Başbakan'ın gerekse
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Sarıkamış'ta söyledikleri ise başka bir kötü
sürpriz oldu. Tarihimizin en korkunç, en vahim askeri fiyaskosunun yaşandığı yerde, İttihatçı maceracı Enver Paşa'nın yanlış hesabı yüzünden, yani bir hiç uğruna 90 bin gencin donarak öldüğü yerde, bu fiyaskodan ve yaşanan büyük trajediden hiç söz edilmeden "bir 90 bin şehit daha verebileceğimiz"den söz edildi.
Başbakan'ın Katar'a giderken uçakta söylediği "Biz bize yeteriz" cümlesi ise dış
politikada
eksen kayması tartışmalarını haklı çıkarmak ister gibiydi. Sanki yıllardır ısrarla vurgulanan AB'ye üyelik hedefi bir günde yok olmuş; yerini, vizyonunu
İslam coğrafyasıyla sınırlayan bir
dış politika tercihi almıştı.
Son şoku ise perşembe günü
Devlet Bakanı Faruk Çelik'in
cemevleri ile ilgili açıklamasıyla yaşadık. Bakan Çelik'in, cemevlerinin
ibadethane olmasını savunan ve
AK Parti'ye
işbirliği yaparak bu konuyu çözmeye hazır olduklarını söyleyen Kılıçdaroğlu'na "
Devrim Kanunları'nı değiştirmek mi istiyorsun" diye saldırması inanılması zor bir çıkıştı. Düşünün ki, 28 Şubat'tan bu yana değişim karşıtlarının değişim isteyen AK Parti'nin önüne en sık çıkardıkları bahane -ya da engel- olan Devrim Kanunları, bu kez AK Parti tarafından
Alevi politikasında değişim isteyen CHP'nin önüne çıkarılıyordu. Bu çıkış aynı zamanda, epey zamandır umutla beklenen Alevi Açılımı'nın daha açılmadan kapanışının ilanı gibiydi...
Peki AK Parti'ye ne oldu? Neden durduk yerde yeni içki yasakları koymak, Muhteşem Yüzyıl'a ceza vermek, heykele ucube demek gibi laik kamuoyunun "sinir uçlarına" basan davranışlara girdi?
Kürt meselesinde, Alevi meselesinde ve dış politikanın temel çizgisinde böyle tutucu bir noktaya geriledi?
Bu değişikliğin yaklaşan
seçimlerle ilgili olduğunu tahmin etmek zor değil. Birçok yorumcunun da yazdığı gibi, Başbakan Erdoğan'ın referandumda milliyetçi muhafazakâr kitleden alınan yüzde 58 oyu seçimlerde de elinde tutmak, MHP'yi
baraj altına düşürüp onun oylarını da partisine katmak için milliyetçi muhafazakâr kitlenin hoşuna gidecek çıkışlar yaptığı besbelli.
Zaten kimi muhafazakâr yazarlar bu taktiği açık yazıyor, üstelik savunuyorlar da. Onlara göre, AK Parti'nin söz verdiği
Anayasa değişikliğini yapabilmek için yüzde 50'nin üzerinde oya ihtiyacı var. Bu çıkışlar liberal-demokrat çevrelerin desteğini azaltabilir ama buna karşılık çok daha büyük oy potansiyeli olan milliyetçi muhafazakâr kesimleri kazanabilir. Liberallerin de atlanması gereken kritik eşiği görmesi ve AK Parti'ye anlayışla yaklaşması gerekir. Söylenen kabaca bu...
Bu kalemler yorumlarını genellikle seçimlerde gereken oyu alırsa, seçim sonrasında yeniden değişimci gömleğini giymiş bir AK Parti ile karşı karşıya kalacağımız vaadiyle tamamlıyor, bir hatırlatma yapmayı da
ihmal etmiyorlar: Eğer AK Parti seçimden başarıyla çıkmazsa askeri vesayetçiler kaybettikleri mevzileri yeniden ele geçirmek için atağa kalkar,
Ergenekon da eskisinden daha acımasızca geri gelir.
Ben çizilen bu tablonun birçok noktada ciddi problemler içerdiğini düşünüyorum.
Ama bugünlük yerimi de doldurmuş bulunuyorum.
Demek ki devam edeceğiz...