Geçtiğimiz günlerde üzerine yorum yapma gereğini duyduğum o kadar çok söz söylendi ve iş yapıldı ki. İki ters yönlü baskıyı üzerimde hissettim.
Birincisi, benim de bir miktar kapıldığım, "
köşe yazarı her tartışmalı konuda fikir beyan eder, etmezse kaçındığı izlenimi doğar" baskısı. İkincisi, kendime her zaman hatırlatmaya çalıştığım, "her konuda fikir sahibi olunabilir, ama bilgi, hele güvenilir bilgiye dayalı yorum yapmak mümkün değildir" baskısı. Neyse ki Zaman, köşe yazarlarından en çok haftada üç gün yazmalarını istiyor. Neyse ki, Mehtap TV'de,
Mehmet Altan ve
Eser Karakaş dostlarla birlikte yaklaşık 5 yıldır, her
pazartesi akşamı yaptığımız "
Akıl Defteri" programında birkaç cümleyle de olsa, hemen her tartışmalı konuda bir fikir beyan etme imkânına (ayrıcalığına) sahibiz.
Bu yazıda kısaca da olsa son günlerin beni en çok şaşırtan beyanları üzerinde duracağım. İtiraf edeyim ki,
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, 1915
Sarıkamış faciasında hayatlarını kaybeden onbinlerce askeri anmak için düzenlenen törende (haber başlığına göre) "Gerekirse 90 bin şehit daha veririz" ya da (haber metnine göre) "Gerekirse bir 90 bin şehit için daha and içtik..." dediğini okuduğumda şok geçirdim. (
Hürriyet, 10 Ocak) Çok takdir ettiğim, silahlara değil diyaloga dayalı barışçı bir dış politikanın savunucusu olan Davutoğlu, nasıl böylesine militarist bir beyanda bulunabilirdi???!!! Geçirdiğim şoku, o akşamki "Akıl Defteri"nde de dile getirdim.
Geçen perşembe akşamı
Avrupa Konseyi'nin Joschka Fischer başkanlığındaki Seçkin Şahsiyetler Grubu üyelerine verdiği yemekte Sayın Davutoğlu'na nasıl olup da böyle bir beyanda bulunduğunu sorma fırsatı doğdu. Davutoğlu sözlerinin çarpıtılmasından ve bu çarpıtma üzerine kurulu yorumlardan büyük üzüntü duyduğunu ifade etti. Şehit olan onbinlerce askerin anıldığı, duygu yüklü ortamda şunları söylemişti: "Gerekirse bir 90 bin daha, gerekirse bir 900 bin daha bu aziz topraklar için bedenimizde can, dizimizde derman kalana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Ama bugün bu mücadelemizin mahiyeti değişmiştir. Belki bugün dağlarda savaşmak gerekmiyor ama dünyanın değişik yerlerinde büyükelçiler olarak, vatan topraklarının değişik yerlerinde valiler olarak, öğretmenler olarak, askerler olarak hep bu bayrağı taşımaya devam edeceğiz." (Bakanlığın bant kayıtları.)
Davutoğlu, ayrıca, Sarıkamış faciasına Enver Paşa'nın maceracı tutumunun yol açtığına inandığını, bu konuda "Stratejik Derinlik" başlıklı kitabının 55. sayfasına b
akılabileceğini de belirtti. Davutoğlu'nun "Gerekirse 90 bin şehit daha veririz..." anlamına gelecek bir beyanda bulunmadığı çok açık. Ne yazık ki gazetelerde yazılan her haberin gerçeği yansıtmayabileceğini unutabiliyoruz. Ne haberi veren gazetenin, ne de Bakanlığın bu haberle ilgili bir düzeltme yayımlamamış olması da konunun aydınlığa kavuşmamasının öteki sebepleri.
Geçtiğimiz günlerin şaşırtıcı beyanlarından biri de
Almanya Başbakanı Angela Merkel'in
Kıbrıs Rum Yönetimi'ni ziyareti sırasında sarfettiği sözlerdi. Merkel'e göre Kıbrıs Rum Yönetimi iyi niyetle Kıbrıs sorununun çözümü için çalışıyor, ama Türk tarafı çözüm çabalarına yardımcı olacak tedbirleri almaktan kaçınıyordu. Bu sözlerde şaşırtıcı olan, Başbakan Erdoğan'ın hatırlattığı üzere, 2007'de Almanya Parlamentosu'nda yaptığı konuşmada Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB'ye alınmasının hata olduğunu ima eden Merkel'den gelmesiydi.
Dışişleri Bakanlığı'nın davetinde karşılaştığım (Almanya dışişleri eski bakanı) Joschka Fischer'e, Merkel'in bu sözlerinin Kıbrıs sorununun çözümüne bir katkısı olup olmadığını sordum. Cevaben, Almanya'nın ciddi bir dış politikası olup olmadığına dair kanaatimi sordu; Merkel'in
Güney Kıbrıs'a giderek ne yapmak istediğini anlamadığını söyledi. Benim anladığım kadarıyla Bayan Merkel'in Kıbrıs ziyareti ve sözleri Türkiye'yi AB'den dışlama politikasıyla tam bir uyum içinde.