Ali
Sami Yen Stadı'yla gözyaşları içinde vedalaştık. Bunca zaman orada yaşananlardan da öğrendiklerim var...
İngiltere’nin önemli
spor gazetecilerinden biri gelmiş, almışız İstanbul’un şık sayılabilecek restoranlarından birine götürmüşüz, yanımda Burcu Esmersoy, arka masada
Cem Yılmaz var...
Ortam, şık şık oturup bir karidesi üçe keserek kibar kibar yeme ortamı... Adamın işi afilli, dünya derbilerini gezip, atmosferlerini yazıyor. “Bugüne kadar amma çok maça gitmişsindir, en çok hangisinden etkilendin?” diye sorma gafletinde bulunuyoruz. Cevap kürdili hicazkar makamından geliyor: “Lalala lalala la la la la laaa... “
“Manchester United’ın Galata-saray’la oynadığı o maçtan bu yana bu besteyi unutamadım.
Allah aşkına bana söyleyin, ne diye bağırıyordu tribünler?” Şimdi ben böyle lalala diye yazınca anlamamışsınızdır
doğal olarak adamın 1993 senesinden bu yana, yani tam 17 senedir unutamadığı bestenin ASY tribünlerinin ‘
Avrupa Avrupa duy sesimizi...’ güfteli eseri olduğunu: “Tribünlerin sırayla söylediği bu tezahüratı, çıkan o gürültüyü asla unutamadım. Küçük bir stattı ama hala gördüğüm en etkileyici atmosferdi. Ateşli
taraftarın ne demek olduğunu ben Ali Sami Yen’de öğrendim.”
O yemekten sonra düşündüm. Acaba ben ne öğrendim Ali Sami Yen’de diye... Ve sonunda buldum da... Ali Sami Yen’de kazanmayı öğrendim. İlk maçta 3-0 mağlup olmanın ikinci maçta 5-0 galip gelmeye engel olmadığını gördüm...
Ali Sami Yen’de kaybetmeyi öğrendim. En acı verenin, en acı verdiği zannedilen olmadığını da... Geriye dönüp baktığında içini asıl yakanın ne 5-0’lık
Chelsea mağlubiyeti, ne Johnson’ın golüyle geleni, ne 3-0’dan 4-3 verileni olmadığını... En acısının ‘o
sezon’ PSV’ye yenilmek olduğunu, tam mucizelere inanmaya başlamışken Steaua’ya elenmek olduğunu gördüm..
Ali Sami Yen’de uçmayı öğrendim. Gol sevinçleri sonrası insanın kendini beş sıra önde bulmasının başka bir açıklaması olamazdı...
Ali Sami Yen’de düşmeyi öğrendim. Ayağım takıldığında, kendimi yerde bulduğumda, üstüme 10 kişi çullandığında birinin kendini gol sevincine kaptırmayacağını, beni oradan çıkaracağını...
Ali Sami Yen’de güvenmeyi öğrendim. Yanındakine, sahadaki futbolcuya, kenardaki
teknik adama...
Ali Sami Yen’de inanmayı öğrendim. 2-0 geri düşülen bir maçın 3-2 kazanılabileceğine inanmayı ve karşında
Real Madrid bile olsa o maçın kazanılabildiğini...
Ali Sami Yen’de paylaşmayı öğrendim... Aynı koltuğu, azıcık parayı,
köfte ekmeği, aynı duyguları, sevinci ve üzüntüyü...
Ali Sami Yen’de Eski Açık’ın çok zor “Sarı” dediğini öğrendim. Ama yeteri kadar ısrarla her şeyin mümkün olduğunu...
Ali Sami Yen’de mucizelerin gerçekten olduğunu öğrendim... 16 dakika hepberaber beklersen en inanılmaz zannedilen şeyin bile gerçekleşebildiğini...
Ali Sami Yen’de sabretmeyi öğrendim. 13 sene
şampiyon olmamanın dünyanın sonu olmadığını... Dört sene üst üste şampiyon olmanın hiçbir şeyin garantisi olmadığını...
Ali Sami Yen’de hayatın sürprizlerine hazırlıklı olmayı, kendini en dipte zannettiğin anın (0-5 Chelsea), inanılmaz bir rüyanın başlangıcı (
UEFA Kupası) olabileceğini...
Ali Sami Yen’de sevmeyi öğrendim. Prekazi’yi, Hagi’yi, Bülent Korkmaz’ı, Tugay’ı, Hakan Şükür’ü, Arda’yı, futbolu...
Ali Sami Yen’de taraftar olmayı öğrendim... Ve bir noktada artık taraftar filan olmadığımı, olamayacağımı da...
Ali Sami Yen’de büyüdüğümü öğrendim.Ve bazı şeylerin hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağını...
Ali Sami Yen bunu öğrenmeden oradan ayrılmak iyi oldu. Arenaya çıkmaya hazır mısın
Galatasaray?