Başbakan'ın
Kars'taki İnsanlık Abidesi'ne ucube demesi ve daha da vahimi "tez yıkıla" fermanı vermesi üzerine söylenmesi gerekenler söylendi sanırım.
Bunlara ilave edecek bir şey pek kalmadı. Belki bir kez daha, başbakanlık gibi bir mevkide oturan birinin -kişisel beğenisini ifade ediyor olsa bile- "ucube" gibi son derece kırıcı bir nitelemeyi kullanmadan önce birkaç kere yutkunması gerektiği tekrarlanabilir. Tabii bundan daha da önemlisi, Erdoğan'ın sık sık tekrarlayan bu
sultan özentisi tavırlarının gittikçe daha rahatsız edici olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Ne var ki konunun aslı bu değil...
Konunun aslı, kamusal alanda neyin güzel neyin çirkin olduğuna nasıl karar verileceği... Bir şehir
halkının neyi sevdiğini neyi sevmediğini nasıl ortaya koyabileceği... Belediye meclisleri mi karar verecek halk adına; yoksa seçkin jüriler mi? Yoksa kamusal alana dikilen her
anıt için
referandum mu yapılacak?
Evet; şehir ve
demokrasi tartışmalarının en çetrefil konularından birine girmiş bulunuyoruz. Ve bu çetrefil konuyu, sanat eserlerini dokunulmaz ilan ederek,
heykelleri ya da anıtları "kaldırılması
teklif dahi edilemez" kutsal yapılara dönüştürerek geçiştiremeyiz. Ne var ki, Mehmet Aksoy'un İnsanlık Abidesi'yle ilgili olarak yazılan çizilenlerde yine böyle bir kolaycılık, böyle bir kutsal yaratma anlayışı görüyoruz. Birçok kişi
ağız birliği etmişçesine aynı şeyi yazıyor:
Sanat eserlerine dokunmak kimsenin haddi değildir.
Eğer söz konusu alan kamusal bir alansa, ben bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Hepimize ait olan bir alana dikilecek bir anıt ortak beğeniyi yansıtmalı, en azından çoğunluğun itirazını almamalıdır.
İçinizden ne kadarı hatırlar bilmiyorum ama 27
Mayıs'tan sonra darbeciler getirip
Taksim Meydanı'nın tam ortasına bir süngü heykeli dikmişlerdi. Defne yapraklarıyla sarılmış bir haldeki bu süngü heykeli sadece siyasi
mesajı açısından değil, bence
estetik olarak da korkunçtu. O heykel 1980 yılına kadar Taksim'in ortasında öylece durdu ve ne kadar ironiktir ki ancak 1980 yılında 12
Eylül darbecileri tarafından kaldırıldı. Bir darbenin simgesi olan o korkunç şeyi oradan kaldırmaya halkın gücü yetmemiş, ancak bir sonraki darbenin gücü yetmişti.
Bu, böyle mi olmalıydı?
Denilebilir ki, biz burada, sanatçılığı kendinden menkul, adı sanı bilinmeyen bir kişiden değil, uluslararası bir heykel sanatçısının eserinden söz ediyoruz. O zaman bir örnek daha: Türk heykel sanatının usta isimlerinden Şadi Çalık'ın İzmir'de yaptığı "
27 Mayıs Devrim Anıtı" da aynı tarihlerde kaldırıldı. Ve hiç kimse ağzını açıp da "sanat eserlerine dokunulamaz" demedi.
İki örnekte de öne çıkan unsurun siyasi tutum olduğu doğrudur. Ama siyasi ya da ideolojik bir mesaj içermeyen sanat eseri bulmak da zordur doğrusu. Nitekim, Mehmet Aksoy'un anıtının verdiği ideolojik mesajın da kimileri tarafından
Ermeniler'den özür dilenmesi olarak algılandığını ve bu mesajın Ermeni çetecilerin mezaliminin en yoğun yaşandığı Kars gibi kentte tepki yarattığını duyuyor, okuyoruz.
Öyleyse çare nedir?
Ben henüz bir çare, bir yol yordam bulabildiğimiz kanaatinde değilim. Henüz ne "ortak beğeni", "ortak duygu" denen şeyin nasıl, hangi mekanizmalarla tespit edileceğini ne de ortak beğeninin karşısına dikilen bireysel beğeniyi nasıl kollayıp gözeteceğimizi biliyoruz.
Ama en azından şunu söyleyebiliriz sanırım:
Sanat eseri de diğer
ürünler gibi bir üründür. Tüketicisi eğer bireylerse, doğrudan kamu alanı yani kalabalıklar değilse çözüm basit:
Piyasa kuralları işler ve eserin talibi çıkmayınca ürün yani eser sanatçının elinde kalır, unutulur gider ama eser kamu alanına sunulmuşsa
tüketici olan halkın değerlendirmesine sunulmuş demektir ve kalabalıklar öyle kişiler gibi çabucacık ortak karara
varamazlar. Üstelik toplumun beğenisi zaman içinde değişir. Referandum gibi o anki ortak beğeni ile yetinemeyiz. Karar vermek zaman alır, uzunca bir süre gerekir, eser bu zaman sürecini başarıyla atlatmışsa ne ala, değilse öyle
dokunulmazlık zırhının ardına gizlenip yıkılmaktan, çöpe atılmaktan ya da beğenenlerin müzayedesi sonucu bir kişinin malı olmaktan kurtulamaz.
Böylece bireysel yaratım hakkı da halkın beğeni ve kanaatleri de adil bir
cevap bulmuş olur. Sanat eseri de dokunulmazlık ayıbından arınıp gökyüzünden aramıza yeryüzünü inmiş olur.