Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
Kürt sorununun çözümü konusunda
Öcalan'a bir rol vermiş durumda. Dışardan bakıldığında böyle bir
algı çıkıyor. İstediği zaman istediği gibi konuşabiliyor, her söylediği
gazetelere
manşet oluyor ve daha da önemlisi
PKK ve Kürt kökenli vatandaşlarımız, İmralı'dan çıkan yönlendirmelere uyuyorlar. Öcalan, Kürt kesimin önemli bir bölümünün lideri konumunda.
T.C Devletinin, Öcalan'a özel bir yer vermesi doğrudur. Başıboş, hatta kendi içinde lider kavgasına girmiş olan bir Kürt hareketi, çözüm arayışları ve Demokratik
açılım sırasında, sadece işleri zora sokar.
İşte bu açıdan baktığımızda, bu kişiye biran önce TV kanalarını
izleme imkanı verilmesi mantıklı bir yaklaşımdır. Öcalan, hızla değişen Türkiye'yi TRT FM dinleyerek, birkaç gazete okuyarak veya avukatlarının aktardıklarıyla izlemesi imkansızdır.
Tam aksine, ne kadar bilgilenir ve
siyaset sahnesindeki aktörleri, Türk kamu oyunun duyarlıklarını ne kadar iyi algılayabilirse, o kadar sağlıklı kararlar verebilir. Yarım yamalak bilgilerle donanmış olan bir lider, gereken yönlendirmeyi gerçekleştiremez.
TV verilmesini "Öcalan ödüllendiriliyor" diye değil, yukarda sözünü ettiğim açıdan değerlendirmek gerekir.
* * *
PAPANDREU’YU, YİNEDE ENÇOK ERDOĞAN ANLAMIŞ
Geçen hafta Erzurum'da, Türk-
Yunan Başbakanları arasında son derece ilginç bir dans yaşandı. Açılışta,
Papandreu ile Erdoğan, birbirlerine öylesine sıcak , öylesine anlayış dolu sözler söylediler, jestler yaptılar ki, insanın gözlerinin yaşaracağı geliyordu. Boyunlardaki , Ege mavisinin sembolü atkılar, kucaklaşmalar, sonradan hiçbir açıklama yapılmayan dört saatlik, kapalı kapılar ardındaki görüşmeler ve 200 Türk Büyükelçisine, belki de tarihte ilk defa, bir Yunan Başbakanının hitap etmesi...
Ege' de bir anlaşmaya varıldığı izlenimini veren herşey vardı.
Senaryoyu, Yunan Başbakanı bozdu.
Aslında yeni birşey söylemedi. Erdoğan'ın geçen yıl Atina'ya yaptığı büyük çıkartma gezisinin basın toplantısında söylediklerini, neredeyse aynen tekrarladı. Türkiye'nin Kıbrıs’taki işgalciliğinden başladı, bu sorun çözülmeden AB'ye tam üyeliğin beklenmemesi gerektiğini söyledi ve tam o sırada bir Yunan adasının üstünden geçen Türk jetine tepki gösterdi.
Ben dahil, birçoğumuz buna pek bir anlam veremedik.
Ardından Erdoğan konuşunca, durum biraz daha netleşti.
Dikkat ettinizse, Başbakan sesini hiç yükseltmedi. Sert kelimeler seçmedi. Oysa bilirsiniz, Erdoğan kızdı mı, kendini pek tutamaz. Bu defa aksine, yumuşakça geçiştirdi. Hatta, ertesi sabahki basın toplantısında, hava daha da yumuşadı.
Erdoğan, Papandreu'nun kendi kamuoyuna, özellikle milliyetçi kesime
mesaj göndermek için, böyle bir konuşma yaptığını anlamış olmalı ki, o da anlayışlı davrandı.
Ben de, Soli Özel gibi düşünüyorum.
Bütün bu iç
politika mesajlaşmalarına rağmen, Türkiye ile Yunanistanın ege sorunlarını çözme konusunda son derece önemli adımlar atmış oldukları kanısındayım. Somut bir bilgim yok, ancak havadaki kokular hep bu yönde gelişiyor.
Bunca olumlu sözler, inanılmaz jestlerden sonra, hala bir anlaşmaya varılamadıysa, çok şaşırırım doğrusu. Üstelik, kamuoyundaki beklentilerin hayal kırıklığıyle dağılması da, çok büyük bir kayıp olur.
* * *
AMAN ALLAHIM, MEĞER NEYMİŞ BU YARGI REZALETİ
Biliyorduk duyuyorduk, ancak işin böylesine bir rezalete dönüştüğünün farkında değildik. Şu son iki haftadır dinlediklerime inanamıyorum.
Aman Allahım, meğer bu ülkede Adalet çoktan bitmiş de , farkında değilmişiz.
Yargıtayın depolarında bekleyen 1.5 milyon dosyadan söz ediliyor.
Yargıtay' ın depolarına giren kameralar, toplumdaki şaşkınlığı daha da arttırdı.
Duydunuz değil mi?
Depolarda kaybolan dosyalar...
Henüz açılmayan
dava dosyaları...
Bulunamayan deliller...
Adli tıp'ta aylarca bekleyen tetkikler...Bir sanığın itirazının incelenmesi için aylarca duraklayan celseler... Bir belgenin getirtilmesi için gereken aylar...
Mahkemelerin neden geciktiği hakkında hergün yeni ayrıntılar ve örnekler öğreniyoruz . Her biri diğerinden daha korkunç hikayeler, anılar.
Bütün bu uzamalar sırasında da ,
tutuklu olarak bekleyen nice masum insan veya suçlu olmasına rağmen, süre nedeniyle dışarı çıkabilenler.
Bu ülkede Adalet denilen kavram çoktan batmış da , kimseler umursamıyormuş.
Sadece Ak Parti'yi suçlamayalım.
Bugüne kadarki her hükümet sorumlu. Onlar da oralı olmamışlar. İşlerine geldiği için, felaketi görmezden gelmişler.
Asker de suç işlemiş, onlarda hiç ilgilenmemişler. Yargıyı kontrollerinden çıkmaması için ellerinden geleni yapmışlar.
Yargı kendi başına bırakılmış. Laik sitemi koruyup kollamak için kullanılmış.Yoksa, gerçek bir
adalet dağıtılması için çalışılmamış.
Bugün gelinilen noktada, Türk toplumu artık hiçbir
mahkeme kararına inanmamaktadır. Kendini kurtaran, istediği sonucu alanlar şanslı sayılıyor, ceza alanlar ise şanssız gözüyle görülüyor.
Açıkçası , her
iktidar yargıyı herkes kendi için kullanmış.
Ayıptır...
Bu bir rezilliktir...