Süreyya... Böyle başlamak istemezdim satırlarıma... Sana her baktığımda gördüğüm parlaklığı, kalbime indirdiğin ilhamı anlatmak isterdim.
Şekilden şekle girip, renkten renge bürünüp, sadece bana değil, sana meftun olan herkese verdiğin o tarifsiz hissi, bencileyin betimlemekle başlardım seninle olan serencamımıza.
Ne ki Süreyya, buz keskinliğinde bir kış günü dokunuyorum satırlara. Bilirim soğuğu bilirsin sen, geceyi de... Hele
soğuk geceler; senden sorulur eniyle ve boyuyla.
Biz; 'Atlantisin Çocukları' çok itilip kakıldık Süreyya, çok hırpalandık, horlandık. Başımızı kaldırmaktan çekinir, adımızı terennüm etmekten utanır olduk.
Oysa, en dar ufuklumuzun bile göklerini süsleyen
panayır fişeklerini en iyi sen bilirsin Süreyya. Atlarımızın ayaklarının hiç kurumadığını da.
Ezilmek şüpheyi kamçıladı Süreyya; şüphe bir girdi mi dimağlara, iflah olmaz artık o ruhlar, bunu da çok iyi bilirsin. Şüphe gergin bir balıkçı ağı gibi gerildi ufuklarımıza ve yıllar yılı ne v
arsa avladı umut adına. O köhnemiş, püskü ağlardaki üveyik kanatları bunun delilidir.
Aslında biliyorum, gerek yok belki bu satırlara. Lisan-ı halimizden anlardın asırlar boyu halimizi. 'Bana bakın, bana bakanın yönü kaybolmaz' derdin her halinle.
Fakat, yanlış da anlama, 'horlandık' dedim, bozgun yedik, dağıldık, demedim asla.
Gerçi sana söylemek nafile ama bozgun tamtamları çaldığında bile tam anlamıyla yitirmedik umutlarımızı, bozup bozup tekrar kurgulamadık hayallerimizi. En başta neyse, şimdi de o. Köyümüzün meydanlarında çok topladılar bizi, ortalık yerlere saçarak mahremlerimizi. Arsız uçlarıyla mızrakladılar yarına ait çeyizlerimizi.
İçinde iblis damıtılan şarapları boca ettiler de üzerlerine, yakıp gittiler defalarca. Bunlar bizi üzdü anca. Toparlanmak zor olmaz, yüzü sana dönük olanda, zor değildir yeşertmek içimizdeki mefkureyi.
Ah Süreyya, şimdi böyle biz, dizleri kırık, boyunları bükük sana bakarken mahzunca, gözlerimizdeki kaybolmayan hakikatin ışığını hatırlatırsın eminim.
Gözlerimiz böyle işte, yüzlerimiz de... Asılmadı suratımız aldığımız en ölümcül yaralarda bile. Saçlarımız sonra, ağardı belki ama, umutsuzluk rüzgârı yalayıp, birer sonbahar yaprağı gibi titreterek kopartıp atamadı.
Boynumuz bükülür, dediğim gibi, ama rıza göstermek, teslim olmak adına değil. Dizlerimiz de bükülür, hatta kırılır ama titremez asla.
İçimizi de en iyi sen bilirsin, o yüzden hiçbir şey söylemeyeyim bu konuda. Uçkun ruhumuza ancak bir
fren olabilir bedenlerimiz.
Hani bıraksa bedenlerimiz ruhlarımızı özgür, seni bile aşar, arşa ulaşır bilirsin.
Ah Süreyya, şimdi böyle biz, raflarımızda gözyaşlarından şişelerimiz, masalarımızda kan rengi divitlerimiz,
zafer sabahlarından dem vurur tüm parşömenlerimiz.
Hatırlarsın Süreyya, ne de önemsemezlerdi bizi. Ne kadar da
küçük görürlerdi hayallerimizi. Küçümser ve aşağılarlardı ama biz duydukları korkudan anlardık ideallerimizi. Korkunun ruhu kemirdiğini biz onlardan gördük Süreyya.
Onların esrik ikindileri, keskin akşamları, yatsıyı bile bulamadı, bulamaz. Bizim şimdi hüzün sabahlarımız var. Ama dilini çözdük, hikmetini idrak ettik olanların. Sırf bu nedenle demiyoruz, 'bu niçin böyle' diye. -Şimdi yaptığım gibi- Sonunu göreceğimiz güzel şeylerin türkülerine dair bestelerle uğraşmak iyi geliyor bize.
Ellerimiz, ellerimiz Süreyya; beş benzemez bile boşa çıkarmaz ellerimizi. Avuç içlerimizdeki çizgi karartmaz ümitlerimizi.
Süreyya, biliyorum böyle başlamamalıydım sana, ama bil istedim; buradayız ve yitirmedik sevdalarımızı.