Sevgili okuyucular, bu
pazar sohbetinde, geçen hafta boyunca uğraşıp durduğumuz ‘yargı’ meselesinden bahsedeceğim.
Bildiğiniz gibi, CMK’nın
tutukluluk süresiyle ilgili 102. maddesi 31
Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girdi. Henüz yargılanmaları sona ermemiş ve
dosyaları
Yargıtay’da bekletilen çok sayıda tutuklu
tahliye edildi. Bunların arasında müebbet
hapis cezasına çarptırılmasına muhakkak nazarıyla bakılan, yüzlerce kişinin işkenceci katili Hizbullahçılar,
PKK terör örgütünün eli kanlı canileri,
mafya çetesi reisleri, katiller vs. de bulunuyor.
Adalet Bakanı ve
AK Parti Meclis Grubu sözcüleri haklı olarak bu rezaletin sorumlusunun yargı ve
Yargıtay olduğunu söylediler. Öyle ya, bundan 5 yıl önce kanunla tespit edilmesine, üstelik bir defa da 9 ay uzatılmasına rağmen yargı sisteminin ve özel olarak Yargıtay’ın, serbest bırakılacağı bilinen tutukluların
davalarını hükme bağlamamaları, tam bir skandal olmuştur.
Bundan sonra herkes, daha önce görevini hakkıyla ifa eden polislere yüklenecek ve binlerce eski tutuklunun takibini isteyecektir.
Dünyanın en lagar yargısı
Efendim, bakınız eski
Devlet Bakanı Süleyman Arif Emre neler anlatıyor: “Bir
avukat Asliye Hukuk Mahkemesi’nde konuşmasına başlarken şöyle diyordu: ‘
Hâkim bey sözlerime, bu dava dosyasına saygılarımı sunarak başlıyorum. Çünkü bu dosya benden
yaşlıdır; bu davayı ben doğmadan önce babam rahmetlik açmıştı; şimdi ben büyüdüm, avukat oldum; bu davaya akrabalarımız ve kendi adıma
vekil sıfatıyla giriyorum...’ Evet, bu avukat ne yazık ki bu satırların yazarı olarak bendim. Bilindiği gibi 1923 doğumluyum; en yaşlı üye sıfatıyla 20. dönem TBMM’yi ben açmıştım.”
Değerli dostum avukat Doç. Dr. Tahsin Erdinç şunları söylüyor: “Cumhuriyetin ilanından hemen sonra açılmış, ‘Cumhuriyetle yaşıt’ bir
arazi davası var. Bu dava, sözkonusu arazinin sahipleri olan, birbiri ardına bu dünyadan göçüp giden dört nesil eskitmiştir.” Bu davanın avukatlığını yapan Erdinç, “Ben,
Osmanlı döneminde açılıp da hâlâ devam eden davalar da bilirim” diyor.
Nihayet, Yargıtay’ın gecikmesi ve ihmali yüzünden tahliye edilen 900’den fazla tutuklu kepazeliğini de bunların üzerine ilave edebilirsiniz.
‘Geciken
adaletin adaletsizlik olduğunu’ bu örneklerden daha iyi nasıl anlatabilirsiniz?..
Dünyanın en lagar yargısı ve en kötü işleyen Yargıtayı
Türkiye’dedir. Yargıtay’da yıllar yılı bekleyen dava dosyalarının sayısını, bizim sansasyon meraklısı medyamız açık arttırmaya çıkardı; 1.6-1.7, hatta 2 milyon dava dosyasından bahsedenler var.
Annemin ikinci ismi yüzünden...
Efendim, bendeniz 28
Şubat Darbe Dönemi’nde
adliye binalarının müptelası olmuştum. Darbeciler aleyhine verdiğim
sivil itaatsizlik konferansları gerekçesiyle hakkımda 100’den fazla dava açılmıştı. Bu davalar sayesinde yargının nasıl işlediğini, daha doğrusu nasıl işlemediğini yakından esefle müşahade etmiştim.
Sudan sebeplerle davalar talik edilip
duruşma uzatılıp duruyordu. Hiç unutmam, bir defasında
mahkemede hüviyet tespit edilirken, annemin ikinci ismi eksik olduğu için
Gaziantep Nüfus Müdürlüğü’ne sorulması kararlaştırılmış ve duruşma iki ay sonrasına talik edilmişti.
Adliye koridorlarında sık sık ‘Ben böyle adaletin...’ diye bağıran kişilere rastlayabilirsiniz. Dertlerini dinlemeye kalkışırsanız yargının Pandora kutusunun kapağını açmış olursunuz. Kutudan genellikle yıllardır mahkemelerde sürünen insanımızın dramları çıkar.
‘Süreleri indirelim Hasan!’
Bundan 14 yıl önce Yeni Türkiye dergimizin özel sayısını ‘Yargı Reformu’ olarak yayınlamıştım. 1200 küsur sayfalık bu değerli eserde yazılanlar hâlâ geçerlidir. Bakınız zamanın
Adalet Bakanlığı Müsteşarı Uğur İbrahimhakkıoğlu dergideki yazısında yargıyı nasıl anlatıyor: “Sonuçta geldiğimiz nokta, fertlerin adalet ihtiyacına
cevap vermeyen, yetersiz, hantal, dengesiz bir mevzuat yükü ve son derece ağır işleyen bir yargı mekanizmasıdır. İnsanlar mahkeme kapılarında adeta sürünmektedirler. (...) Mağdurlar, hukukun yeterli himayesini görememekte, devletten
ümit kesmekte, kaderine küsmekte, ülkesinden soğumakta, içindeki adalet kavramını kaybetmektedir.”
Rahmetli Özal’ın
Başbakanlığı esnasında bir ‘Yargı Reformu’na girişmiş; bu konuda önemli mesafeler kaydetmiş; lakin ne yazık ki bu önemli programımızı tamamlayamamıştık.
Bu cümleden olmak üzere, usul kanunlarındaki süreleri büyük ölçüde azaltmıştık. Adalet Bakanlığı uzmanları önce süreleri bir miktar azaltıyor, daha sonra tasarı Başbakanlığa gelince, ben
Başbakanlık Müsteşarı olarak Başbakan adına süreleri yarıya indiriyordum. Merhum Özal’ın, ‘Aman, süreleri indirelim Hasan!’ diyen sesi hâlâ kulağımdadır. Şimdi düşünüyorum da keşke süreleri dörtte birine indirseymişim...
***
Daima kabahati siyasilerde gören yüksek yargının mütehakkim mensupları, biliniz ki ‘Adalet terazisi bu kadar sikleti çekmiyor.’ Eleştiriyi bırakıp çareler düşünelim.
Kendinize şu soruyu sormalısınız: ‘Ne olacak bu yargının hali?..’