Sayın
Bülent Arınç çok haklı: "Kanuni'yi Koruma Kanunu" çıkarmak gerekecek bu gidişle.
Atatürk filmlerinde gerçeğe uymayan sahneler oldu mu, kıyametleri koparanlar, aynı şey Kanuni'nin başına gelince 'Canım, sanatçının özgürlüğü vs.' gerekçelerine sığınıyorlar. İşine gelince tarihe saygı iste, gelmeyince vur abalıya!
Zihinlerimizdeki Oryantalist ipoteği bir kere daha bütün parlaklığıyla sergileyen "
Muhteşem Yüzyıl" dizisi, Türkiye'ye "sahte bir tarih" yutturarak milyonların zihnini karıştırıp Harem ve Hürrem efsanelerinin ateşini biraz daha körükleyeceğe benziyor.
Tarihî gerçeklere attığı çalımların ise haddi hesabı yok.
Birilerinin bize "yanlış
baba"yı gerçek baba diye seyrettirmelerinden bıktık, usandık. Ecdadımızın kendi nefesiyle arz-ı endam edeceği bir tarihî filmi daha ne zamana kadar bekleyeceğiz?
Bence dizinin temel sakatlığı, bakış açısında. 'Ticari olarak ne getirir?' diye bakıldığı o kadar açık ki, bütün kurgusu, cinselliğe odaklanmış. Belki de adını "Muhteşem Haremistan" koysalardı daha dürüst davranmış olurlardı.
Soruyorum: Eğer dizideki
harem ve aşk sahnelerini Amerikalı veya İtalyan bir yönetmen çekseydi bundan farklı ne yapabilirdi? O da harem sahnelerini abarttıkça abartır, erotizme ve Batı kültürünün kadim saplantısı olan harem fantezilerine yüklenirdi.
Peki Kanuni'nin
tahta çıkmasından bir gün sonra matem elbiseleriyle babası Yavuz'un tabutunun önünde kilometrelerce yürüdüğü sahne neden çekilmeye layık bulunmadı dersiniz? Tabii
ölüm gibi can sıkıcı bir konu işin içine girince o harem sahnelerini nasıl yutturacaklardı millete?
Hakkını yemeyelim, kahramanımızın ağzını dahi kıpırdatmadan, bir an önce bitsin diye kameralara boş boş baktığı(!) namaz sahnesini unutuyor değilim. Onlar da maalesef epeyce yapay ve yapıştırma kalıyor.
Üstelik Kanuni tahta çıktığı tarihlerde Topkapı Sarayı'nda bir Harem dairesi bulunmuyordu! O zamanlar Harem, bugünkü
İstanbul Üniversitesi merkez binasının bahçesindeki Eski Saray'daydı. Topkapı bir devlet dairesi olarak kullanılıyor,
padişah akşamları yatmak için Eski Saray'a gidiyordu. 1550'lerde bile Hürrem'in Eski Saray'da yaşadığına dair belgeler var. Topkapı'da bir 'Harem Dairesi'nden söz edebilmek için III. Murad devrine
demir atmak gerekecektir.
Hürrem (Aleksandra) adlı cariyenin Kanuni tahta çıktıktan sonra saraya girdiği de tarihî olgulara aykırı bir bilgidir. Zira Hürrem, Kanuni daha Kefe valisi iken, 14-17 yaşlarında onun haremine girmişti. Filmde nasılsa çatpat
Türkçe bilen 'acemi' Hürrem, aslında o tarihte Türkçe, edebiyat, nakış, dikiş,
müzik vs. öğrenmiş tecrübeli bir cariyedir, en önemlisi, çocuk
doğurmaya layık biri olduğunu ispatlamıştır.
Bir de Kanuni'yi oynayan
Halit Er
genç'in yaşı meselesi var. Bu 40 yaşındaki 'adam'ın, tahta çıktığında henüz 25'ini bitirmemiş olan genç ve dinç Kanuni ile ne alakası var? 21 yaşındaki Fatih'in resmini yapamadığımız gibi, genç Kanuni'ye de o muhteşem tahtı yakıştıramıyoruz herhalde.
Dizide Kanuni tahta geçtikten sonra şenlikler yapıldığını izliyoruz (havai
fişek vs.). Oysa ortada daha gömülmemiş bir padişah cenazesi duruyor. Yavuz'un matemi sürüyor. Ne eğlencesi bu?
Bu arada Kanuni'ye babasının Rodos'u almak için 200 parça "kalyon" yaptırma emri verdiği söyleniyor. Hey Allah'ım! Kalyon o tarihlerde
Osmanlı donanmasında yoktu ki! Prof. İdris Bostan'ın "Osmanlı Gemileri"ne bakın, tersanelerimizde ilk harp kalyonu 1644 yılında yapılmıştır diye yazar, yani yaklaşık 124 yıl sonra.
Hatalar sürüp gidiyor. Burada keselim, zira 'filmi bırak da bize haremi anlat' dediğinizi duyar gibi oldum.
Bunun için üç
yabancı kaynağa başvuracağım. Kanuni devri yönetimi üzerine doktora yapmış olan Albert Howe Lybyer şöyle yazıyor:
"Bir Doğu hareminin yapısı ve özelliği genellikle yanlış anlatılır. Haremde yüzlerce, hatta binlerce kadın bulunsa da, bunlardan ancak birkaçı hükümdarın gerçek eşiydi. Geri kalanların çoğu, hükümdarın annesinin, karılarının, kızlarının ve çocukluk çağındaki oğullarının kişisel hizmetkârı ve eğlencesiydi. Kanuni çağında harem, sarayın geri kalan bölümlerinden öylesine kopuk, öylesine az görülen ve az tanınan, öylesine sultanın kişisel konusu niteliğindeydi ki, saray incelenirken haremin üzerinde durmak pek gerekmezdi. Anlaşıldığına göre Kanuni, haremine sık sık gitmiyordu."
Neymiş? Harem genellikle yanlış anlatılırmış, bir. İçinde binlerce kadın yaşasa da, haremdekilerden ancak birkaçı hükümdarın eşiymiş, iki. Harem o kadar az bilinen bir konuymuş ki, üzerinde durmak bile gerekmezmiş, üç. Kanuni haremine sık sık gitmiyormuş, dört.
Avusturya elçisi Busbecq, bizzat görüştüğü Kanuni hakkındaki izlenimini şöyle aktarır:
"Artık yaşlanmakla birlikte bu muazzam imparatorluğun hükümdarlığına hâlâ yakışmaktadır. O aşırılığı sevmeyen, kendini birçok zevklerden mahrum etmesini bilen, irade sahibi bir kimsedir. Gençliğinde bile ağırbaşlılıkla hareket eder, şarap içmezdi. Dindardır, ibadetini hiç
ihmal etmez. Bir emeli devletin hudutlarını genişletmek ise, diğeri dinini yükseltmek ve yaymaktır."
Kitabı "Harem-i Hümayun"u sık sık
tavsiye ettiğim ABD'li tarihçi Leslie P. Peirce ise Batılıların haremle ilgili takıntılarını cesurca irdeliyor:
"Biz Batılılar,
İslam toplumunda cinselliği saplantı haline getirmek gibi eski ama hâlâ güçlü bir geleneğin mirasçılarıyız. Harem,
Müslüman cinsel duyarlığı üzerine kurulu Batı efsanelerinin kuşkusuz en yaygın simgesidir.
Avrupa, bir Doğu tiranı efsanesi geliştirdi, özünü de sultanın hareminde yakaladı. Seks alemleri, kokuşmuş iktidarları anlatmakta kullanılan bir mecaza dönüştü. Haremin temel dinamiğini cinsellikten çok
aile politikası oluşturuyordu. Haremdeki birçok güçten sadece biriydi cinsellik; burada incelenen dönemde de pek önemli değildi."
Peki Kanuni nasıl biriydi?
Zigetvar seferine çıkmadan önce oğlu Selim'e iki bazubent ile bir "cevherî al sanduğu" bırakmış, bunları satıp parasıyla Cidde'ye su getirmesini vasiyet etmişti.
Vasiyetindeki son sözleri şunlardı: "Hak Teala bu seferi
mübarek edip gönül hoşluğuyla gelmek müyesser ede, Habib-i Ekrem hürmetine aleyhisselam."
'Bu' Kanuni'yi "Muhteşem Yüzyıl"da boşuna aramayın, bulamazsınız.