Zaman Gazetesi'nin
sektör buluşmaları vesilesiyle geldiğimiz
Gaziantep'te sanayicilerle buluştuk. Toplantılar sırasında makro göstergeler açısından
kentin başarılı performansını gördük.
Önümüzdeki hafta toplantının detayları gazetede sizlere sunulacak ancak ben kendi notlarımı şimdiden sizlerle paylaşmak istedim. Zira Antep tecrübesinden diğer illerimize çıkarılacak dersler var.
Gaziantep "dışa açık" bir sanayi kenti. Kentte
elektrik tüketimi 2010 yılında yüzde 20 artmış.
İhracat 4 milyar dolara ulaşmış. Kişi başına ihracat 2500 dolara denk geliyor. Gaziantep hariç tutulduğu zaman 2010 yılında
Türkiye'de kişi başına ihracat 1500 dolar oldu. Çin'de ise 900 doların altında. Yani Gaziantep Türkiye ortalamasının yüzde 60, Çin'in ise dört katının üzerinde ihracat yapıyor.
Organize Sanayi Bölgesi Başkanı Cahit Nakipoğlu, kentin dolaylı ihracatının doğrudan ihracatının iki katı olduğunu söylüyor. Türkiye ekonomisinin yüzde 5, ihracatın ise yüzde 22 küçüldüğü 2009 yılında kentin ihracatı yüzde 6 büyümüş.
Kentin dört sanayi
bölgesi
dolmuş. Beşincisi üzerinde çalışılıyor.
Kentin altından kalktığı zorlukları düşününce başarının büyüklüğü daha etkileyici hale geliyor. Gaziantep, Türkiye'nin en büyük
pazarı olan İstanbul'a 1100 km uzaklıkta.
Mersin Limanı ise 275 km mesafede. Bunları, dışa açılmanın faydaları olarak özetleyebiliriz. Yurtdışında Türkiye'den çok daha büyük bir pazar var. Bu pazara yönelirseniz
büyüme potansiyelinizi artırmış oluyorsunuz. Nitekim, Sanayi Odası Başkanı
Nejat Koçer,
2023 yılı için 30 milyar dolarlık ihracat
hedefi koyduklarının altını çiziyor. Kent bölgeden önemli oranda göç alıyor. Son yıllarda nüfus artış hızı yüzde dört seviyelerine ulaşmış. Türkiye artış hızının neredeyse üç katı. Buna rağmen Antep'te işsizlik ve sosyal problemler nispeten az. Zira ekonominin hızlı büyümesi nüfus artışını "emmiş".
Sanayi Odası Başkanı Koçer, oda olarak yenilikçiliği ve
markalaşmayı desteklediklerini ve çeşitli programlar düzenlediklerini anlatıyor. Daha uzun yol almaları gerektiğini söylüyor. Ancak geldikleri nokta yine de etkileyici. Kentte 1971 yılında sadece bir adet marka
tescil başvurusu yapılmışken 2010 yılına gelindiğinde toplam 4000 marka tescili yapılmış. Sanayi odası olarak üç yıldır düzenledikleri "İnovasyon Ödülleri"ne yapılan başvurular gittikçe artıyormuş.
Kent bir taraftan alt ve üstyapısını yeniliyor. Belediye Başkanı
Asım Güzelbey kent merkezini
restore etmiş. Finansman kullanmadan 15 km'lik
tramvay hattı döşemiş. Maliyeti 50 milyon dolar. Kent merkezinde büyük bir park alanı oluşturulmuş. Müzeler, Türkiye'nin en büyük
hayvanat bahçesi ve bir de planetaryum yapılmış. Planetaryum yakında hizmete girecekmiş. Belediye Başkanı turizme büyük önem veriyor. Kentin özellikle kültür turizmi açısından büyük potansiyel taşıdığının altını çiziyor. Hayvanat bahçesi geçen sene 1,2 milyon kişi tarafından ziyaret edilmiş. Bunun yüzde 25'ini
Suriye ve
Irak'tan gelenler oluşturmuş. Çalışmaları başlamış olan Gaziantep-
Halep hızlı
tren hattı tamamlanınca bölge
sınır ötesi birbirine entegre olmuş olacak. Ancak Antep'in sahip olduğu kültürel zenginlikler göz önüne alındığında bölge dışından da büyük turist çekme potansiyeli var.
Kentte biri devlet ikisi özel olmak üzere üç üniversite var. Özel üniversiteler kentin işadamlarının kurduğu vakıflarca yönetiliyor. ABD'de akademisyenlik yaparken Türkiye'ye dönen, Zirve
Üniversitesi İİBF Dekanı Prof. Dr. Fevzi Akıncı, üniversitesinde
Japon, Çin ve İtalyan akademik
personel çalıştırdıklarını anlattı. Gittikçe artan
yabancı öğrenci sayısından bahsetmeyi de unutmadı. Yabancı öğrenciler sadece Suriye, Irak gibi bölge
ülkelerinden değil.
Afrika ülkelerinden dahi öğrencileri varmış
Zirve Üniversitesi'nin.
Kısacası, bir 'Gaziantep'
modeli oluşmuş. Devlet desteği alınmadan dışa açık bir ekonomi kurulmuş. Yerel sosyal kült
ürün güçlülüğü ticaret zekâsı, sanayicileşme güdüsü ve nihayet 'ortak
akıl' oluşturma arayışıyla birleşince, sanayisi, belediyeciliği, üniversiteleriyle kent büyük mesafe kat etmiş.
Belge, stratejik mi?
Sanayi Stratejisi açıklandı. Geçen hafta bu köşede yazdığım gibi Türkiye'nin bir sanayi stratejisi oluşturmaya niyetlenmesi başlı başına bir aşama. Toprak fakiri
Singapur dahi imalat sanayiinin içinde olmak istiyor. Dünyanın en büyük ihracatçıları olan
Amerika, Çin,
Japonya ve
Almanya'nın ana ihracat girdisi imalat sanayiinden oluşuyor. Bizde de durum farklı değil. Kaynak zengini olmadığımız için ihracat gelirimiz (ve dolayısıyla ithalat yapabilme kabiliyetimiz) büyük ölçüde sanayiye dayanıyor.
Türkiye'nin sanayi stratejisi 'orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya'nın
üretim üssü olmak' şeklinde tanımlanmış. Bu "
ucuz mal üretmeyeceğim" manasına geliyor ve önemli bir hedef. Bakanlık yetkililerinin heyecanı kolayca anlaşılıyor.
Sanayi Bakanlığı Müsteşarı Ali Boğa telefonla aradı ve stratejinin 'dinamik' yanının üzerinde durdu. Yani metin sadece
eylem planıyla değil. Genel yaklaşımıyla da devamlı olarak izlenecek. Bu önemli çünkü dış şartlar devamlı izleniyor.
Bazı notlar düşelim. Birincisi; önemli olan stratejinin sektörel yanı. Stratejide 'eski' tip sektör hedefleme artık uygulanmıyor deniyor. Ancak otomotiv,
makine gibi sekiz sektöre önem verildiği ve bu sektörlerin ayrı analizlere düzenli olarak tabi tutulacağı anlaşılıyor. Bir sonraki aşamada 'hangi sektörde hangi noktaya gelinmesi isteniyor? Bu hedeflerin ölçülebilir tanımları nedir?' sorularına
cevap aranmalı. Bu hedefler 'çıktı' mantığına göre değil 'etki' mantığına göre belirlenmeli. Yani, 'kaç organize sanayi bölgesi kuruldu' ya da 'kaç KOBİ eğitim' programı düzenlendi değil, örneğin sektörel bazda
ihracat rakamları, daha evvel üretilmeyen hangi ürün üretildi, ihracatı yapıldı gibi spesifik göstergelere doğru ilerlenmesi gerekiyor.
Ankara OSTİM'de kurulu EMD şirketi çok sayıda ülkeye anjiyo cihazı
ihraç ediyor. Bu şirketin ihracatının değeri Türkiye açısından standart bir
tekstil ürününün ihracatından daha önemli. Dolayısıyla, bakışın genel seviyeden derinlere inmesi gerekiyor.
Önemli bir diğer konu da Sanayi Bakanlığı'nın yapısıyla ilgili. Sanayi politikalarının temel aktörlerinden olan Teşvik Uygulama Genel Müdürlüğü
Hazine Müsteşarlığı'na bağlı çalışıyor (1980'li yıllara kadar Sanayi Bakanlığı'na bağlıydı).
Ar-Ge destekleri veren
TÜBİTAK Devlet Bakanlığı'na bağlı. İhracat Genel Müdürlüğü ise Dış
Ticaret Müsteşarlığı'na, o da bir başka devlet bakanına bağlı.
Hibe programları ise DPT'ye bağlı Kalkınma Ajansları tarafından yönetiliyor. Bu yapı sanayi stratejisinin uygulanmasını zorlaştırıyor. Türkiye sanayileşecekse önce kamu kesimindeki
yönetim yapısının konsolide edilmesi gerekiyor.
Son nokta. Ülke tecrübeleri ve Sanayi Bakanlığı'nın kapasitesi. Öncelikle başarı örnekleri
bakanlık tarafından yakından incelenmeli.
Tayvan nasıl onlarca uluslararası marka oluşturdu?
İsrail nasıl yeni teknolojiler ve start-up'larda dünyada başa güreşiyor?
Güney Kore nasıl dünyanın LCD
ekran devi oldu? Brezilya'nın
uçak üreticisi şirketi Embraer örneği nasıl gerçekleşti? Bunlar iyice çalışılmalı. İkinci olarak Sanayi Bakanlığı 'sanayi uzmanları' yetiştirmeli. Bu uzmanlar
masa başı uzmanları olmamalı. Bakanlıktaki kariyerlerinin en az iki yılını bizzat sanayide geçirmeli, yurtdışında hem eğitim yapmalı hem de ülke örneklerini yakından görebilmek için Japonya, Almanya, Tayvan, Kore gibi ülkelerde iyi tasarlanmış ve içinde sanayi deneyiminin bulunduğu programlara katılmalı. Bu uzmanlar Türkiye'nin sanayi konusundaki 'zekâsı' ve 'hafızası' olarak yetiştirilmeli.