Geciken
adalet gibi devasa bir meselenin
Hizbullahçı
katillerin serbest kalıp kalmaması tartışmasına dönüşmesi ibretiâlem bir durum doğrusu.
Söz konusu
yasa değişikliği nedeniyle
tahliye edilen on binlerce
tutuklu var. İçlerinde
seri katiller, ana-
baba-evlat katilleri, gaspçılar, tecavüzcüler olan on binlerce tutuklu adalet sisteminin çöküşü yüzünden serbest kaldılar.
Bu tablo hepimizin vicdanını kanatıyor. Ama bakıyorum, bazılarının vicdanı sadece Hizbullahçı katiller yüzünden kanıyor gibi...
Çare nerededir; istinaf mahkemelerinde mi;
Yargıtay'ın yeni daireler açmasında mı; yargılamayı hızlandırmak için hangi prosedürleri nasıl hızlandırabiliriz, mahkemeler arası bir yazışmanın aylar almasını, bir dosyanın
Adli Tıp'tan 6 ayda çıkmasını nasıl önleyebiliriz, nerelerden kısıp da
Adalet Bakanlığı bütçesini artırabiliriz gibi konulara kafa yoracaklarına, taktılar Hizbullahçılar'ın tahliyesine... Vay bu katiller nasıl tahliye edilirmiş!
Kamu vicdanını kanatan böylesi bir
uygulama nasıl yapılırmış! Ne yapıp edilmeli, bir çare bulunmalı, örneğin Yargıtay Hizbullah davasını hızlandırıp yasa yürürlüğe girmeden karara bağlamalı,
tahliyeler önlenmeliymiş.
Bir dosyanın öne çekilmesinin, birtakım başka dosyaların da arkaya atılması anlamına geldiğini bilmek için kıvrak bir zekaya ihtiyaç yok sanırım. Peki, arkaya atıldığı için sonuçlanmayan ve tutukluları tahliye olan o davaların
kurbanları ne olacak? Kamuoyunun hassasiyetleri adına bireyin hassasiyetleri kurban mı edilecek?
Böyle bir talep alenen ve resmen, adaletin göz bağını çözme talebidir; yargıdan tutuklular arasında ayrım yapmasını istemektir.
Bizde af tartışmalarında da böyle olur. Af lafı ortaya atıldığı andan itibaren, herkes kendince "affedilmez" gördüğü suçları af kapsamı dışında bırakmak; "affedilebilir" gördüğü suçları kapsama sokmak için propagandaya girişir. Böyle zamanlarda genellikl
e devlet derhal "devlete karşı işlenen suçları" suçların en büyüğü ve affedilmezi ilan edip kapsam dışında bırakmaya çalışır. Kamuoyu da, dünya görüşlerine, siyasi çizgilere göre saflaşıp kimi sembol isimler üzerinde inatlaşmaya girişir: Filanca kişinin aftan yararlanması kamuoyunun bir kesiminin vicdanını yaralar; falanca kişininki bir başka kesimin... Bu arada, yüreği yanmış on binlerce insanın "
mağdur benim, benim adıma nasıl affedersiniz" isyanını kimse duymaz olur.
Bir meseleyi netleştirmek lazım:
Yüzlerce, binlerce katilin tahliye olduğu bir zamanda Hizbullahçılar'ın tahliyesini ön plana çıkaranlar neyi savunuyor? Siyasi şiddete hayır ama bireysel şiddete
evet mi diyor? İnsanların kendisi için
cinayet işlemesini affedebiliriz ama örgütü için ya da ideolojisi için cinayet işlemesini affedemeyiz mi demek istiyor?
Hizbullahçılar katil. Ama diğer katillerden "daha katil" değil. Siyasi nedenlerle ya da inançları nedeniyle cinayet işlemiş olmaları, onları bireysel nedenlerle cinayet işlemiş olanlardan "daha katil" yapmıyor. Hizbullahçılar'ın dinsel fanatizmleri yüzünden insanları
domuz bağı işkencesi yapıp öldürmesiyle, terk edildiği için gözü dönmüş bir kocanın, eşinin baba evini basıp karısını, çocuklarını ve karısının tüm ailesini keserle doğraması arasında bir fark yok. Eğer biz Hizbullahçı'yı, o kocadan "daha suçlu" görüyorsak, eylemleri aynı olduğuna göre, fikri yüzünden "daha" suçlu görüyoruz demektir. Bu da, fikri suç saydığımızın göstergesidir. Bir insanı düşüncesinden dolayı yargılamakla, düşüncesinden dolayı dosyasını öne çekmek arasında bir fark yoktur. Her iki durumda da düşünce belirleyici faktör olarak devreye girmiş demektir.
Burada, Hizbullahçılar'ı diğer katillerden ayırmakla -farkında olalım ya da olmayalım- politik suç kavramını bir kez daha üretmiş oluyoruz. Adalet tanrıçasının da gözündeki bağı açarak suçu niyetin mihengine vurmasını, amacın terazisinde tartmasını ve uğruna cinayet işlenen politik çizgiye duyulan sempatiye ya da antipatiye göre ayrım yapmasını istiyoruz.
Tabii bu arada, bizim yüksek mahkemelerimizin de bu ayrımı sık sık yaptığını; genelde davalar yıllar sürerken, siyaseten kritik bazı konularda bir günde karar çıkabildiğini; zaten adaletin taraf olmasını isteyen kesimlerin de yüksek mahkemelerde sürüp gelen bu "gelenekten" cesaret aldığını not etmemiz gerekiyor.
Yani, anlayacağınız
balık baştan kokuyor.