Bütün dünya liglerinde
ekipler ikiye ayrılır;
takım olanlar ve olamayanlar... Aslında takım olmak sadece
futbolla ilgili bir ifade de değildir. Hayatın her yerinde, toplulukla yapılan her yerde bu değerlendirmeyi yapabiliriz. Takım olabilmek öylesine önemli bir konudur ki, tarih yazanların hikâyesinin
altında bir 'takım olma başarısı'nın yattığını kolaylıkla görebilirsiniz.
Bence kötü
futbolcu yoktur, başarısız hoca vardır. Bunun en güzel örneğini Şenol
Güneş gösteriyor bize. Daha bir yıl önce sahada sürünen bir kadro bugün Birinci Lig'de uzak ara lider. Daha önceki hocalar döneminde kendine bir türlü yer bulamayan pek çok futbolcu şu anda ligin en iyi isimleri haline geldi. Bunun en güzel örneği
Burak Yılmaz.
Beşiktaş ve Fenerbahçe'de bir türlü taban tutturamayan Burak'ın şifrelerini Şenol Hoca çözdü; onu takım adına çok verimli bir futbolcu haline getirmekle kalmadı, Milli Takım'a kadar yükselmesini sağladı. Şenol Hoca'nın geçmişteki başarılarını bir tarafa bırakalım, bu sezonda yaptıklarını şöhretli bir adam yapmış olsaydı 20 sene anlatılır, ismi
spor tarihimize '
efsane' diye yazılırdı.
Ya
Ertuğrul Sağlam'a ne demeli! Ertuğrul Hoca'nın yaptıklarını
yabancı bir adam sergilemiş olsaydı, dillerden düşmezdi. Süper Lig'de değil, ancak 1. Lig'de oynayabilecek bir kadrodan
Türkiye şampiyonu çıkarmış bir hoca, bizim medyada hak ettiği yeri bulamıyor belki. Fakat onun spor tarihindeki yerini altın harflerle yazacaklar.
Beşiktaş tarihinin en parlak dönemlerini geçirdiği yıllarda başkan, Süleyman Seba'ydı ve Seba'nın en büyük özelliği kulüp parasını çarçur etmekten nefret etmesiydi. Hiç sükseli
transfer yapmamıştı ama öyle bir takım oluşturmuştu ki, o takımla birlikte Metin, Ali, Feyyaz, Şifo Mehmet dönemi tarihe geçmişti. Türk futbolunun en önemli isimleri haline gelen bu
futbolcuların çoğu altyapıdan gelmiş, diğerleri de cüzi sayılabilecek rakamlarla ve hiçbir şöhreti yokken alınmıştı. Ama takım olmuşlardı ve başarıya aç bu futbolcular muhteşem bir voltran oluşturmayı başarmışlardı. Başarmak zorundaydılar çünkü başka bir seçenekleri yoktu. Çünkü her fiyaskoda başkan, bankalardan bulduğu kredilerle takımın yardımına koşmuyordu.
Bugün dünyanın en başarılı ve en iyi futbolunu oynayan ekip olarak gösterilen
Barcelona, yıllardır sükseli transfer yapmıyor. Elinin ulaştığı popüler oyuncuları toplayıp her yıl yeni baştan takım kurmuyor. Aksine takımın ana iskeleti altyapıdan oluşturulmuş durumda. Daha önce hiç kimsenin tanımadığı isimler takıma monte olduklarında bir anda dünyanın en önemli futbolcuları arasına girmeyi başarıyor.
Mesele takım oluşturmayı başarabilecek bir önderin olup olmadığıyla ilgili bir şey. Bu bazen başkan olur, bazen bir hoca, bazen de bir futbolcu. Bu nedenle akıllı insanların başarılara ulaşabilmek için Ertuğrul Sağlam'ın takım olmayı nasıl başardığını kritiğe tutmasında büyük fayda var.
Ancak bugün Türk futbolu, şov üzerine kurgu etmiş her şeyi. Yapılanların içinin dolu olup olmasının hiçbir önemi yok. Medyatik hareketler sizin bütün başarısızlıklarınızı örtbas edecektir. Mesela dünyaca ünlü, ya da dünya yıldızı gibi sihirli sözcüklerin yer aldığı işleri yapmak, sizin tartışılmanızın önündeki en büyük engel olacaktır.
Eğer delegeler, sizin adamınızsa, ya da zenginlik içinde yüzüyorsanız korkmayın, bütün başarısızlıklarınızı birkaç medyatik hareketle örtbas edebilirsiniz. Her yıl milyonlarca dolar harcayarak bir sürü transfer yapmanızın, daha transferin üstünden birkaç ay geçmeden milyonlarca
Euro verdiğiniz adamları gönderecek yer aramanızın anlamsızlığını kimseye açıklamak zorunda değilsiniz. Yaptığınız beceriksizlikleri yeni transferlerle örtbas edebilirsiniz. Sürekli şöhretli isimleri takıma getirerek, kulübün malî kaynaklarını çarçur etmenizden dolayı hiçbir
fatura ödemeyeceksiniz nasıl olsa.
Aslında yazdığım bir futbol yazısı değil. Söylemek istediğim şey, insan
yönetiminde çağdaşlığın ulaştığı son nokta... Bu, geleneksel çizginin haklılığını da gösteriyor. Yani her insanı tek tek ele almak, onlara, büyük fotoğrafta neler yapması gerektiğini gösterip, yeteneklerini ortaya koyacakları imkânlar sunmak... McDonald's gibi standardize edilmiş ama içinde hiçbir lezzeti olmayan yönetim biçimleri iflas etmiş durumda. Herkese aynı
menü, başarılı olursa ne âlâ başarısız olursa hemen başkasıyla değiştir, başarısızlığı da ona yükle! Bu yöntemler artık bitti...