Hürriyet yazarı
Ertuğrul Özkök, dün benim geçen haftaki yazımdan bir cümleyi alıp, kendince bir felâket senaryosu yazmış. Şöyle diyor: "Şu cümleyi özenle bir yere kaydedin. '
12 Haziran 2011 genel
seçimlerinden sonra, Türkiye'de büyük değişimin, asıl medyada devam edeceğini hep birlikte göreceğiz...' Basit bir 'kehanet' cümlesi değildir bu.
Bu açıkça bir 'tebligat'tır. Yılın son günü adresine 'tebliğ edilen' bir 'kararı' ifade ediyor bu cümle. 31
Aralık 2010 günü, Zaman Gazetesi'nde yazıldı. Tebliğ eden kişi
Hüseyin Gülerce.
"Ben, Hüseyin Gülerce'nin söylediklerini ciddiye alırım. Çünkü bir karar varsa, o mutlaka bu kararı en iyi bilecek mevkidedir. O cümleyi okudum ve dedim ki: 'Tamam karar alınmış. Sıra
infazda...' Emir ve komuta belli:
'
Medya değiştirileceeek... Değiştir...'
Üzüldüm. Hürriyet gibi bir gazetede 20 yıl yayın yönetmenliği yapmış bir insanın, kendi dünyasında bu kadar savrulmuş olmasına,
nehir kenarında adeta bir paranoya içine düşüp, ciddi endişelerin ve kaygıların esiri olmasına üzüldüm.
Benim cümlemin öncesi var. Özetle diyorum ki, Türkiye'de
vesayet sistemi bitiyor, dolayısıyla vesayete payandalık eden medya zihniyeti, yapısı da bitiyor. Nasıl vesayetin yerini
demokratikleşme çabaları alıyorsa, o malum medyanın yerini de; demokratikleşmeye güç veren, özgürlükleri, savunuyormuş gibi yapan değil, gerçekten savunan bir medya dolduracak.
Sayın Özkök'e katılıyorum. Bir karar var ve ben, bu kararı en iyi bilecek mevkide olan insanlardan biri sayılabilirim. Ama ima ettiği gibi o karar, bir merkezin, odağın, organizasyonun kararı değil, milletin kararıdır. Sıkıntı, Sayın Özkök ve onun gibi düşünen çevrelerin, milletin kararlılığını, 12
Eylül referandumundaki "
evet"e rağmen, anlamamakta ısrar etmeleridir.
Meramımı izah etmeden önce Sayın Özkök'e tek bir şey hatırlatacağım. Kendileri
itiraf ettiler, bugüne kadar desteklediği hiçbir parti seçim kazanamamış. "Ben bilirim" diye anlaşılmasın, benim tuttuğum partiler de şimdiye kadar hiç seçim kaybetmediler. Hep
iktidar oldular. Çünkü milletimin değerlerini savundum, sadece milletimize güvendim. Gençliğinden beri benim gibi düşünenler, şimdi seçmenin büyük desteği ile iktidardadır.
Bu ülkede direnç olsa da, engeller çıkarılsa da demokratikleşme mutlaka gerçekleşecek. Koskoca bir millete dayatılan, onu horlayan, küçümseyen, değerlerini yok sayan bir rejimin devamı mümkün değildir. Daha ilerisini söyleyeyim, bu demokratikleşme, milletimizin diriliş davasına güç ve enerji verecektir.
Milletimizin diriliş davası... Sayın Özkök'e bunu da izah etmeliyim. Kimisi dindarlaşma, kimisi muhafazakârlaşma diyor. 19 yaşımdan beri,
İstanbul Kapalıçarşı'daki çeşmenin üzerinde Yeniden Milli Mücadele dergisi sattığım günlerden beri, milletimizin diriliş davasına inandım. Ve 60 yaşımda, tahminlerimizin de ötesinde, bu dirilişin rüzgârlarıyla meyveye duran fidanları, bahçeleri görmenin mutluluğunu yaşıyorum, milyonlar yaşıyor. İnsanı, insanlığına dirilten soluklar, sadece ülkemizde değil, dünyanın dört bir köşesinde nice çorak topraklara can suyu gibi gidiyor...
Bu diriliş, kendi mana köklerimize sarılarak, kendi değerlerimiz üzerinde ayağa kalkmaktır. Bütün mesele, dirilişin, kutuplaşma değil, uzlaşma getirmesidir. Çatışma değil, barış getirmesidir. Bu dirilişin, hukukun üstünlüğü ile evrensel insani değerlerle bezenmesidir. Bizi yalnızlaştırması değil, dünya ile entegre etmesidir. Sayın Özkök, suçlamadan,
hedef göstermeden önce, içinde
Allah rızası, insan sevgisi olan bu dirilişi anlamaya çalışmalıdır.
Evet, bize yeni bir medya anlayışı, zihniyeti lazım. Bunun için de basın meslek ilkeleri uygulansın,
medya etiği savunulsun yeter. Umur Talu'nun dediği gibi, "Yalan,
manipülasyon, yargısız infaz,
sansür, otosansür, haber gizleme,
manşet yamultma, iş takibi,
kuyu kazma, ihbar etme, tuzak kurma, meslektaş satma,
rakip batırma gibi günahlar" terk edilsin yeter...