Değişimin bazı kesimleri ürkütmesi çok doğal değil mi?


Önceki akşam bir toplulukta yine endişeli kesimlerin yakınmalarını dinledim... - Türkiye giderek muhafazakârlaşıyor... - Mahalle baskısı özel yaşamları tehdit ediyor... Bunları dinlerken başka zamanlardaki ve hatta başka toplumlardaki benzer yakınmaları düşündüm. 1950'de Demokrat Parti 27 yıllık CHP iktidarını sona erdirdiğinde de "Hasolar Memolar geldi" içerikli yakınmaları duymamış mıydık? Ya da köyden kente göçün yoğunlaştığı 1960'lardaki "Halk geldi vatandaş denize rahat giremiyor" söylemini unuttuk mu? Okuduğumuz kitaplar, gördüğümüz filmler, tiyatro oyunları ve siyasal tarihten aklımızda kalan bilgiler, bu tür yakınmaların en fazla "Değişim" dönemlerinde fazlalaştığını gösterirler. Kayıp kuşaklar Örneğin 1'inci Dünya Savaşı sonrasında Paris'te bir barda toplanan Amerikalı aydınlardan Gertrude Stein'ın Ernest Hemingway'e "Biz kayıp bir kuşağız" dediğini, hem Hemingway'in "İşte Paris"inden hem de karikatüristmizahçı James Thruber'in yayınlanmış mektuplarından öğrenmiştik. O mektuplarında Stein'ın "Biz kayıp bir kuşağız" söylemine karşı Thruber şu yorumu getirmişti: - Biz kayıp bir kuşak değiliz. Biz nerede olduğumuzu biliyoruz. Biz sadece kendi ülkemize gitmekten kaçınıyoruz. Biz gecelerini ayakta geçiren bir kuşaktanız... Hemingway de "The Sun Also Rises" (Güneş de Doğar) romanındaki bir diyalogda Stein'ın sözlerini kendince şöyle cevaplamıştı: - Dinle Robert... Bir başka ülkeye gitmek fazla değişiklik yaratmaz. Ben bunu çok denedim. Bir ülkeden diğerine giderek kendinden kaçamazsın... Ah şu yeni İstanbul Türkiye'deki yerleşik kentlileri ürküten gelişmenin özünde de galiba tüm Türklerin kentli olmaları gerçeği var. Düşünün ki bugün 12 milyon nüfuslu İstanbul'da İstanbul doğumluların sayısı 2 milyon 167 bin... İstanbul 1950'de 850 bin nüfuslu bir kentti. Bu nüfusun 130-140 bini Rum'du... Ayrıca 70-80'er bin nüfuslu Yahudi ve Ermeni cemaatleri vardı. Ama eski İstanbullular onların varlığına da fazla hoşgörülü değildiler. "Vatandaş Türkçe konuş" kampanyaları hâlâ hatırlarda değil mi? Şimdi İstanbul'da mesela İstanbullu Rum sayısı 2000 kadar kaldı. Buna karşı bazı diğer kentlerden İstanbul'a göç edenlerin sayıları şöyle: - Sivaslı (681 bin), Kastamonulu (516 bin), Giresunlu (455 bin), Ordulu (453 bin), Tokatlı (396 bin), Samsunlu (373 bin) ve Trabzonlu (357 bin). Gelenekleri, inançları ve töreleriyle birlikte İstanbul'a gelenler eski İstanbulluları endişelendiriyor açıkçası. Endişenin kaynağı 1960'ların gecekondu ve göçmen semti Taşlıtarla'nın şimdi bir kent büyüklüğündeki Gaziosmanpaşa olmasına alışamadı Nişantaşı'nın ve Şişli'nin yerleşikleri... Nasıl hiç deniz görmemiş yeni İstanbullular varsa, Esenler'i , Bağcılar'ı, Sultanbeyli'yi ve Ümraniye'yi hiç görmemiş eski Nişantaşlılar da yok mu sanki? 1960'tan başlayarak Avrupa ülkelerine akın eden Türk "Misafir işçileri" için de onlar "Türkiye'den işçiler gelecek sanıyorduk. Oysa bütün özellikleriyle insanlar geldi" dememişler miydi? Bunun yanında Anadolu kentlerinin sanayileşmesi ve kendine özgü muhafazakâr ama atılımcı girişimci sınıfının oluşması gerçeği var. Bir başka deyişle "Çevre" giderek ağırlıklı "Merkez" oluyor. Bu değişim AK Parti'nin tabanını yarattı. CHP de bu değişime uyum gösterebilirse, o da iktidar alternatifi olacak. Ama bu sırada endişeli eski kentli tabanını kaybeder mi bilinmez... Yine Hemingway'in "Güneş de Doğar"ından bir alıntı yaparak noktalıyorum bu yazıyı: - Sana kimse akılsız diyemez... Sen sadece geciktirilmiş bir gelişme olayısın...
<< Önceki Haber Değişimin bazı kesimleri ürkütmesi çok doğal değil mi? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER