Etnik sorun nasıl çözülür?
Bu sorunun cevabını düşünmeden, araştırmadan kolaycı bir yolu seçersek sorunu çözümsüz bırakmak kaçınılmazdır. O zaman ister istemez önümüze konulan projeleri ya benimsemek ya da reddetmek durumda kalırız. Bugün yoğun olarak tartışılan konunun gelip dayandığı nokta burasıdır.
Bir tarafta meseleyle ilgili hiçbir ciddi hazırlığı olmayan, böyle olduğu için de önüne konulan dosyayı neredeyse açmadan kabul etmeye hazır bir grup insan ki bunların içerisinde siyasetçisinden aydınına, okuryazarından, okumaz yazarına birçok kimse yer almaktadır. Diğer taraftan etnik meseleyi başından itibaren anlamayı reddeden, böyle yaptıkları için de sorunu bir çıkmaza dönüştüren, devlet adına konuşan veya iş yapan çok sayıda insanın yanında, bu konuya başından itibaren sadece tepki veren siyasetçiler bulunmaktadır.
Son günlerde özerklik
tartışması etrafında koparılan
fırtına tam da böyle bir tabloyu yansıtıyor.
Özerklik tartışmasını gündeme getirenler, kamuoyunu oluşturan çevrelerin önemli bir kısmının, bu konulardaki hazırlıksızlığını fırsat olarak değerlendirmektedirler. Ayrıca
Türkiye'de uluslararası güç merkezlerinin lobisi konumunda olan bazı unsurların, bu kamuoyu oluşumuna yaptığı katkıları da dikkate aldığımızda, projeyi hazırlayanların en azından politik olarak bir adım önde işe başladıklarını söyleyebiliriz.
Neyin projesi...
İleri sürülen projeyi etraflıca incelediğimizde, aslında önerilerin herhangi bir sorun çözücü kapsamlı çalışmadan öteye tümüyle etnik ayrılıkçılığa dayanan bir stratejinin devamı olduğu açıkça görülebilir.
21. yy başındaki Türkiye'nin
ekonomik ve
toplumsal olarak geldiği yer, ulaştığı gelişme düzeyi karşında, özerklik başlığı altında ileri sürülen önermeler oldukça geri ve politik olarak çağı ve dünyayı anlayamamış bir zihniyetin ürünüdür.
Toplumsal farklılaşmaların ilerlemesi, küreselleşme sürecinin bu farklılaşmalara bir derinlik kazandırması, kısaca çoğulculuğun yapısal boyutlarının zenginleştiği bir dönemde ortaya çıkan siyasal özgürlükler sorununu, doğru anlamak gerekir. Bilindiği gibi sanayi toplumu çağının sonunda yaşıyoruz, yeni toplum her türlü toplumsal farklılaşmayı kültürel ve siyasal olarak çoğulculaştıran ürünler yaratmaktadır. Bu tür farklılaşma düzeylerini çoğaltan dinamiklerin yeni bir toplumsal tahayyül yarattığını post
modernizm tartışmalarından izleyebiliriz. Hatırlatmak gerekirse, toplumsal örgütlenmelerin farklılaşması, mikro ölçekli grupların etkinliğinin artması,
sivil toplumun bireyi özgürleştirecek bir alan haline dönüşmesi ve yeniden cemaatleşme süreçleri olarak değerlendirilebilecek bu değişimlerin, makro düzeyde toplumsal olarak üretildiği yer bir taraftan toplumsal yapının kurumları iken, siyasal olarak üretildiği zemin ise demokratik sistemlerdir.
Etnik
hapishane
Demokrasinin dayandığı temellerin ise milli devletler ve onların siyasal kurumları olduğu tartışma götürmez.
Sorunun birkaç aşaması bulunmaktadır. İlki modern öncesi toplumsal kalıntıları, klandan kabileye kadar uzanan modern toplum için fonksiyonel olmayan anlam ifade etmeyen unsurların tavsiyesidir. İkincisi modern toplumun işbölümü ve ekonomik entegrasyon süreçlerinin yarattığı sosyal gelişme ve orta sınıflaşma düzeyidir. Üçüncüsü belki de
demokrasinin en önemli unsuru olan, aktörü olan bireysel özgürlüğün önündeki engellerin aşılmasıdır.
Özerklik tartışmalarıyla demokrasinin taşıyıcı unsurları olan bireyi, sivil toplumu ve orta sınıfları yok sayarak, bu süreçlerin demokrasinin varoluş şartlarını oluşturduğunu görmezden gelerek, etnik aidiyeti, bunların yerine ikame eden bir siyasal dil açıkça demokrasi düşmanı bir dildir. Etnik kimliği siyasal özne haline dönüştürme çabasıyla ortaya çıkarsa çıkarsa ancak bir etnik hapishane yaratabilir. Bu çok farklı tarihsel şartlardan gelen örneklerini yakın tarihte başta
Yugoslavya olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde görmek mümkündür.
Türkiye bu geri projelere sığacak bir
ülke değildir.