Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ün
mesaj yüklü
Diyarbakır seferini, bir
protesto eylemi olarak yorumladım. Cumhurbaşkanı bu ziyaretiyle neyi protesto etmiş oldu? Cevap: Çözümsüzlüğü...
Cumhurbaşkanlığı makamı (2007 referandumu ile güçlendirilmiş olsa da) Anayasa'mıza göre sembolik bir makam. Semboller önemli. Bugünlerde belki daha da önemli. Çünkü her şeyi semboller üzerinden takip edip, sembollerle düşünüyor ve durduğumuz yeri sembollere göre
tayin ediyoruz. Cumhurbaşkanı'nın Diyarbakır ziyareti de bir semboldü. Abdullah Gül, senenin son gününü Diyarbakır'da geçirerek bir
defteri sembolik olarak kapatıyor. Ama yeni yılın ilk gününü orada geçirmeyerek, yeni sayfayı açmıyor. Yeni başlangıç yapma iradesini
Kürt meselesinin aktörlerine bırakıyor.
Kürt sorununun çözümü veya çözümsüzlüğü bahsinde hepimizin zihninde üç aşağı beş yukarı aynı şekilde çalışan bir gösterge tablosu var. İbre bazen çözümden tarafa dönüyor; bazen de çözümsüzlükten.
BDP'nin gündeme yerleştirdiği '
demokratik özerklik' taslağı tıpkı 'demokratik açılım'ın
Habur kazası gibi, ibreyi çözümsüzlüğün tam dibine vurdurdu. Genelkurmay'ın 'çift dil' açıklaması ve son olarak MGK'nın 'Tek
bayrak, tek devlet, tek vatan, tek dil' bildirisi ibrenin adeta çözümsüzlüğe takılı kalmasına yol açtı. Kandil'in ve BDP'nin attığı geri adımlar ibreyi yerinden kımıldatmadı.
Cumhurbaşkanı, oluşan bu olumsuz havayı dağıtmak için tek kişilik bir protesto eylemine girişti ve Diyarbakır'a gitti. Sonuç: Cumhurbaşkanı'nın Diyarbakır ziyareti ile ibre yeniden çözümü göstermeye başladı. Bir eylem ancak bu kadar başarılı olabilir. Cumhurbaşkanı'nın Diyarbakır'da gördüğü olağanüstü sıcak karşılamayı, Kürt vatandaşlarımızın Cumhurbaşkanı'nın protesto eylemine verdikleri açık
destek olarak yorumlamalıyız. Eylemin iki tarafı var. Bir tarafta Cumhurbaşkanı tek başına yer alıyor; diğer tarafta Diyarbakırlılar coşkuyla bu eyleme destek veriyor. Tek kişilik eylemler ancak destek bulursa başarılı olur. Diyarbakırlılar adeta yekvücut olarak çözümden yana olduklarını, Cumhurbaşkanı'na gösterdikleri muhabbetle ispatlamış oldular. Cumhurbaşkanı'ndan işareti aldılar ve aracı şarampolden çıkartıp, ibreyi tekrar çözüme döndürdüler.Kürt sorununun reel kısmı,
Kürtçe ve dil sorununun yansımalarından ibaret. Geri kalan bütünüyle psikoloji.
Kürtler samimi, sıcak muhataplar arıyor. Gözlere yansıyan, kelimelerin vurgusuna sinen ve kararlı tutumlarla devam eden bir samimiyet aranıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün sıcak ve güven veren kişiliği ile tek başına karşıladığı işte bu samimiyet arayışı.
Kürt sorununu, Cumhurbaşkanı'nın Diyarbakır'da tekrarladığı gibi '
demokrasi standartlarımızı yükselterek çözeceğiz'. Eşit vatandaşlık tesis edilecek. Cumhurbaşkanı'nın önceki gün Diyarbakır'da söylediği şu cümleyi, çok önemli bir ayrıntısını göstermek için alıyorum: 'Eğer biz bu problemleri ideolojik, etnik yapılar, mezhep yapıları üzerinden ve siyasetle çözmeye kalkarsak... biz o zaman kendi bünyemizi zayıflatmaya ve halkımıza zarar vermeye başlarız.' Abdullah Gül, çok önemli bir şey söylüyor. Kürt sorununun 'siyaset'le çözülemeyeceğini. İbrenin hep çözüm kısmında kalması için siyaseti, çözümsüzlüğün kaynağı olarak gösteren bu uyarının altını çizmemiz lâzım.
Kürt sorunu bir siyasî
rekabet konusu olmaktan çıkartılmalı. Bu sorunu sömürerek oy hesabı yapanlar bu sevdadan vazgeçmeli. Önümüz
seçim. BDP neredeyse tek başına bu sorunu oya tahvil etmeye çalışacak. MHP'nin var olma-yok olma mücadelesine dönen kontrolsüz muhalefeti, hassas dengeleri zorlayacak.
Varlıkları, gelecekleri Kürt sorununun çözümsüzlüğüne bağlı güçlü lobiler hâlâ işbaşında.
Abdülhamit Bilici'nin dünkü yazısı, bu merkezlerin belirlediği kanlı yakın tarih hakkında somut bir fikir veriyor. İki dil tartışması üzerinden ön safa geçmeye çalışanları iyi teşhis etmemiz lâzım.
Belki en önemlisi Cumhurbaşkanı'nın sembolik protesto eylemine, Diyarbakır halkı gibi destek olmamız lâzım.