Tek suçlu PKK mı?


PKK'ya bir dönem çok yakın olmuş üç ismin sıra dışı açıklamalarına dikkat çekerek, örgütün 2004'te yeniden teröre dönme kararının çok şaibeli olduğunu yazmıştık. Bu isimlerden biri, 'Botan' kod adıyla örgütte 20 yıl üst düzey görevler yaptıktan sonra 2004'te ayrılan Nizamettin Taş idi. Taş, "2004 kongresinde Öcalan'ın avukatlarının askerî helikopterle Kandil'e getirildiğini" söylüyordu. Daha sonra bir açıklama yaparak avukatların askeri helikopterle değil, askerin izni dahilinde Habur'dan geldiğini söylese de PKK'nın, "bilerek ya da bilmeyerek" derin yapının ya da Ergenekon'un hizmetine girdiği görüşünü tekrarladı. Taş, açıkça şunu söylüyordu: Derin bir yapı PKK'yı, AK Parti'yi düşürmek için kullandı. Diğer isim Öcalan'ın eski avukatı Mahmut Şakar'dı. Şakar, Öcalan'ın mektuplarının Kandil'e askerin izniyle gittiğini söylüyordu. Yine Öcalan'ın avukatlığını yapan isimlerden Ahmet Zeki Okçuoğlu ise "Ergenekon darbeye hazırlanırken, Apo'ya ateşkesi kaldırttı" diyordu. Bu ifşaatların yanı sıra çok önemli bir husus daha var. Avrupa Birliği heyecanının zirve yaptığı, sivil-asker ilişkilerinden ifade özgürlüğüne her alanda demokratik standartların yükseltildiği bir dönemde, Kürtlerin haklarını savunduğunu söyleyen bir örgüt neden teröre dönüş kararı alıyordu? Bir yanda demokratikleşme mücadelesi veren Türkiye, diğer tarafta bu süreci tıkamaya çalışan bir örgüt. Nitekim İsveç gibi daha önce Avrupa'da PKK'nın en büyük hamisi olmuş ülkeler, bu büyük çelişkiyi gördükten sonra politikalarını gözden geçirmişlerdi. Gazeteci Uğur Mumcu'nun araştırırken hayatını kaybettiği PKK'nın derin bağlantıları da AB sürecinde ortaya çıkan bu çelişki de kolay kolay inkar edilemeyecek gerçekler. Ancak bunlar gerçeğin bir kısmı. Bir de çözüm noktasında birinci dereceden sorumlu sivil ve askeri yetkililerin ihmali, beceriksizliği ve irade eksikliği var. Demokratik Toplum Kongresi'nin aşırı önerileriyle ateşlediği tartışma ortamı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Diyarbakır gezisinin oluşturduğu heyecan dalgası içinde madalyonun bu yüzünü de görmemiz şart. İhsan Dağı'nın, "Kürt sorunu neden çözülemez?" (Zaman, 28 Aralık) başlıklı yazısında bu gerçeğe parmak basması çok önemliydi. Salt siyasi akılla düşünecek olursak, varlığını sorunun devamına borçlu olanlar neden çözüme yardımcı olsun? Demokratik yolla iktidara gelen hangi iktidar, bu sorunu çözmek için atacağı adımın, ülkenin diğer taraflarındaki olumsuz etkisini gözardı edebilir? Dört yıl önce Zaman Gazetesi'nde bu sorunu konuşmak için düzenlediğimiz ortak akıl toplantısında ortaya çıkan acı gerçeklerden biri de buydu: İki tarafta da sorundan beslenenler hep yeni bahanelerle çözümü tıkayacak. İktidarlar ise çoğunluk nezdinde kendilerini sevimsiz hale getirecek acı kararlar alamayacak. O halde bu sorunu kim çözecek? Asker mi? Hayır. Fikret Bila'ya konuşan onlarca general, askeri yöntemle problemin çözülemeyeceğini itiraf etmedi mi? Geçenlerde bir devlet adamının samimi itiraflarını dinlerken, bu açmazın ne kadar vahim olduğunu bir daha gördüm. İstihbarat, 1999'da Öcalan'ın yakalanmasıyla sessizliğe bürünen PKK'nın aslında bitmediği, kendi kararıyla K. Irak'a çekildiği ve her an yeniden teröre başlayabileceği bilgisini devlet adamlarının önüne koyuyor. O zamanki yetkililer, "Çözüm öneriniz ne? Ne gerekiyorsa yapalım?" diyor. İlgili bütün birimlerin uzlaştığı çözüm, kapsamlı bir afla örgütü Kandil'den indirmek. İşte 2000'lerin başındaki eve dönüş yasası bu mantıkla hazırlanıyor. Ancak dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun "devletin bütün organlarıyla birlikte tabandan gelen sesi dinleyerek hazırlandığını" söylediği taslak, Meclis'e gelir gelmez kıyamet kopuyor. Bir yandan siyasi partiler ve medya, diğer yandan şehit aileleri sesini yükseltince, 'Topluma Kazandırma Yasası' adını taşıyan düzenleme amaca hizmet etmeyecek şekilde kuşa dönerek Temmuz 2003'te yasalaşıyor. Tabii, hiçbir işe yaramıyor. Nitekim 2007'de gazetecilerle bir sohbet sırasında Başbakan Erdoğan da "O zaman bir direnç ve defans oldu" sözleriyle, PKK'yı 2003'de dağdan indirme fırsatının kaçırıldığını kabul ediyor. Güzel konuşmalar, büyük toplantılar hoş; ama sonuç doğuracak kararlar almayı nasıl öğreneceğiz? Ülkemiz adına 2011'in çözüm iradesinin üstün geldiği bir yıl olmasını niyaz ediyor; yeni yılda hepinize huzur ve afiyet diliyorum.
<< Önceki Haber Tek suçlu PKK mı? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER