Kriz çıkarma konusunda çok mahir olduğumuzun bir örneğini daha yaşadık.
Malum olduğu üzere 27
Aralık, Atatürk'ün
Ankara'ya geldiği gün. Bugünün anısına da 78 yıldır çeşitli törenler yapılıyor. Seğmenler
Yürüyüşü ve Harbiyeliler'in katıldığı Garnizon Koşusu ise en bilinenleri.
Garnizon Koşusu bu yıl yapıl(a)madı. Doğrusu biz de Genelkurmay'ın açıklaması sonrası 'sahi ya bugün Garnizon Koşusu yok muydu' dedik. Önceki yıllarda unutma ihtimalimiz yoktu çünkü saatlerce yolda kalınca mecburen hatırlıyorduk.
Garnizon Koşusu'nun bu yıl yapılmaması
tartışma başlattı. Hatta muhalefet buradan bir rejim tartışması bile çıkardı. Medyada geniş yer tuttu. Yapılan düzenlemeyi Atatürk'ün mirasına saygısızlık görenler bile çıktı.
Bence
Ankara Valisi çok doğru bir şey yaptı. Hatta mümkünse bu kararı genişletmek lazım.
Bunu söylerken kentlerin tarihine, benliğine damga vurmuş törenler iptal edilsin anlamı çıkarılmamalı. Artık 1920'lerde yaşamıyoruz. Soğuk savaş dönemi de çoktan kapandı. Artık şehir meydanlarında, ana caddelerde binlerce askerin koşturduğu, asfaltta tankların yürüdüğü görüntüler çoktan demode oldu.
Buna rağmen
Türkiye yıllardır şehir meydanlarındaki eski moda törenlere devam ediyor.
Zaten
İstanbul ve Ankara'nın trafiği
felç. Bir de bu törenler gelince tamamen iptal oluyor. Üstelik sadece törenler için kapatılmıyor caddeler. Her önemli törenin iki de provası olunca neredeyse hafta boyu
trafikte saç baş yoluyor yüz binlerce insan.
Defalarca yolda kalmış bir Ankaralı olarak 'tankları kışlalarda görmek isteriz' diye yazılar da yazmıştım.
Törenler sebebiyle saatlerce yollarda kalan insanların ne düşündüğünü merak ediyorsanız bir gün deneyin. Hiç şık şeyler duymayacağınıza garanti verebilirim. Ambulansların acı sirenleri, uzun saatler çalan kornalar, kızgın sürücüler, birbirine bağırıp çağıran insanlar, çaresiz polisler...
Türkiye olarak şehirleşmeyi beceremedik. Bir tane bile düzgün şehrimiz yok. Hepsi birbirinden kötü. Ne doğru dürüst meydanları var ne de geniş parkları. Böyle olunca miting, yürüyüş, gösteri yapacak yer de yok. Maşallah milli bayramlarımız, yıl dönümlerimiz de çok. Her töreni şehir merkezinde yapınca bayramlar
zehir oluyor.
Madem bu tartışma çıktı. Fırsattan istifade meydan ve
kutlama politikalarımızı gözden geçirsek.
Şehirlerde büyük meydanlar yapıp tüm törenleri de orada yapsak. Hem trafik felç olmaz hem de tarihi önemi olan törenleri gerçekten bayram gibi yapabiliriz.
Fena mı olur?
'
Kürtçe konuşan' bir
cumhurbaşkanı
Prensipte her şeyin konuşulabilmesini savunuyoruz. Demokrasilerde şiddet içermediği sürece tüm fikirler, öneriler tartışılabilmeli. Fakat 'başörtüsü' ve 'Kürt sorunu'nu bu denklemin dışında tutsak faydalı olacak gibi.
Çünkü her iki mesele de konuştukça kör düğüm oluyor. Hatta konuşulması ve tartışılması da sürece zarar veriyor. Oysa zamanla su yolunu buluyor ve yıllar önce tabu sayılan bütün problemler bir bir tedavülden kalkıyor.
Doğrudur, yapılanlar hâlâ yetmez. Ama geriye dönüp baktığımızda aldığımız mesafenin de fena olmadığını görüyoruz. Çok değil 10 yıl önce Kürt demek mümkün değildi. Bugün devletin televizyonu
Kürtçe yayın yapıyor ve Cumhurbaşkanı Gül yarın başlayacak
Diyarbakır ziyaretinde TRT Şeş'te konuşacak. Bir zamanlar Kürtçe TV talepleri ülkeyi böler deniyordu. Oysa bu korkunun yersiz olduğu görüldü.
Kürtçe ile ilgili talepler de öyle. Kürtçe'nin
ilköğretim okullarında seçmeli dil olması bu ülkeyi bölmez. Kaldı ki dil
ekonomik bir şeydir. Hiç kimse ileride kendine fayda sağlamayacak bir dili öğrenmek istemez.
AK Parti iktidarı aslında adını koymadan 2002'den bu yana Kürt sorununda çok önemli adımlar attı. Bölgeyi ekonomik olarak kalkındırdı. Kültürel haklarda önemli adımlar attı. Devlet ilk kez Kürt festivallerine sahiplik yaptı. Yapılanlar yanında yapılmayanlar da var. Eğer
Habur sendromu olmasaydı bugün iki dilli tabelalar meselesi BDP tarafından değil bizzat hükümet tarafından gündeme getirilecekti.
Ayrıca unutmamak lazım ki bu ülkenin cumhurbaşkanı tercüme de olsa devletin kanalında Kürtçe hitap edebiliyorsa yolun zor kısmı geçilmiş demektir.
Gelinen noktada yapılacak şey belli. Az konuşup çok icraat yapmak.