Evet,
Kürt sorunundan
Kürt sorununa fark var.
Herkes başka türlü doldurur Kürt sorununun içini. Amerika'da başka dolar, Avrupa'da başka,
İmralı'da, Kandil'de başka. Erbil'de başka. İsrail'de başka. Ankara'da başka. AK Parti'de başka,
CHP'de, MHP'de başka. TSK'da başka.
Diyarbakır'daki son DTK toplantısının en önemli faydası, Kürt sorununun tanımlanmasında, İmralı ekseni ile genel Kürt ekseni arasındaki farkı ortaya koyması oldu.
Bu fark, "endişe, korku, tedirginlik" kelimeleri ile ifade edilebilir.
Benim öteden beri, "Farz-ı muhal" diye başlayıp dile getirdiğim, yani "Olmaz ya, şayet Kürt coğrafyası denen yerde İmralı ekseninde ayrı bir yapı doğarsa, bu yapı Pol Pot rejimine benzer.
Kızıl Kmer yönetimi olur ve ardından
ölüm tarlaları gelir" değerlendirmesi ilk defa "yeni Kürt sorunu" olarak gündeme girdi. Diyarbakır
Baro Başkanı
Emin Aktar'ın "
Kürtler ilk kez Öcalan'ı tartışıyor" ifadesini kullanması bu yüzden.
Emin Aktar dikkat çekiyor:
"Demokratik özerklik nedeniyle çatışmalar yaygınlaşırsa... Bu, Kürtler'den çok Türkler'in ayrılma talebi ile sonuçlanır. Bu kez Türkler Kürtler'den ayrılmak isterler. Eğer böyle bir süreç işlerse, sonuç iki
halk için de felaket olur.
Türk ve Kürt olmak üzere ikisi de demokratik olmayan iki ayrı faşist devlet haline geliriz.
Kürtler'e bir
Kürdistan kurarsanız, o zaman gecikmiş bir ulus devlet kurarsınız ki bu da sonunda demokratik bir yapı değil, otoriter bir yapı olur.
Bugün uç düşüncedeki Kürtler bile artık
özgürlükçü bir biçimde Türkler'le birlikte yaşamayı istiyorlar."
Peki Emin Aktar, "Kürtler ilk kez Öcalan'ı tartışıyor" derken neye işaret ediyor?
"Öz
savunma gücü" projesine... Bu projenin Öcalan'a ait olduğunu belirten Aktar, "yıllardır silahlı mücadele yürütmüş gücün toplumsal yaşama kazandırılması amacıyla iç güvenliği sağlamada kullanılması"nın planlandığını ancak bu planın "PKK'yı desteklemeyen Kürtler'de de güvensizlik duygusu oluşturduğunu" belirtiyor. (
Taraf, Neşe Düzel ile
mülakat, 27
Aralık 2010.)
Benzeri bir kaygıyı, Diyarbakır
Ticaret ve
Sanayi Odası Başkanı
Galip Ensarioğlu da dile getiriyor. "Öz savunma gücü Kürtler üzerinde bir
baskı aracına dönüşebilir" cümlesi ona ait. Ensarioğlu bu değerlendirmeyi BDP'lilerin yüzüne karşı da yaptı sonra Taraf'tan Helin Alp'e verdiği demeçte de tekrarladı. (26 Aralık 2010.) Ensarioğlu, Yeni Şafak'tan Aynur Ekiz'e yaptığı değerlendirmede ise "O toplantıda taslağa iyidir diyeni görmedim ben" diyor. (28 Aralık 2010.)
MÜSİAD Diyarbakır eski Başkanı Vahdettin Bahadır çok daha net kaygılar dile getiriyor:
"O metin mahiyet olarak Kürtler için de Türkler için de kuşatıcı bir özgürlük vadetmiyor. Sadece Kürtler'in bütün
muhalif kesimlerine aba altından
sopa gösteriyor.
"Metnin anlamı şu: Ben gücümü toplayacağım, öyle bir örgütlenmenin içine gireceğim. Bunu dayatarak alacağım. Aldıktan sonra da Sosyalist, Leninist, Stalinist ve o zihniyeti paylaşmayan hiçbir Kürt'e de hayat hakkı tanımayacağım. Hepsini köyden, kasabadan, ilçeden ve şehirden temsilcilerim ile
demir yumruğumla bir potada eriteceğim. Onlara hiçbir hayat hakkı tanımayacağım."
Bunların tamamı, "Kürt sorunu" konusunda İmralı'dan farklı duruşun ifadesi.
Aslında daha farklı duruşlar da var. Mesela
Devlet Bakanı Zafer
Çağlayan, "Ben de Kürt'üm ama gençliğimde Ülkü Ocakları'nda çalıştım" diyor.
Yani Türkiye'de herkes biliyor ki, Türk ile Kürt, birbirinden ayırmaya kalktığınızda, ikisinin de canını dayanılmaz biçimde acıtacak şekilde birbiriyle kaynaşmış durumda. Ben, Türk-Kürt evliliklerine işaretle, "Çocukları karınlarından ikiye yararak mı paylaşacağız" diye sordum bir keresinde...
Eğer Türkçülüğümüz Kürtçülüğümüz, onu yapacak kadar uçlara savrulmamışsa ya da daha doğru ifadeyle vahşileşmemişse, ayağı yere basan çözümler üzerinde konuşmalıyız.
Yani hem sorunun varlığını kabul etmeli hem de çözüm diye
akıl dışılıklara savrulmamalıyız.
Ayşe Sucu meselesi
16 yıldır o görevde imiş.
Hani insan, sırf değişim olsun diye bile değiştirilmesini isteyebilir. Ama
koro çetin:
-Ayşe Sucu'ya dokunamazsınız!
-Neden?
-Çünkü başını herhangi başörtülü bir kadın gibi değil, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun da önerdiği
Benazir Butto gibi örtüyor.
Evet, işte bu. Sucu tartışması sadece bu nokta etrafında dönüyor.
-
Diyanet Vakfı acaba başını yarım örttüğü için mi aldı onu görevden?
-Ayşe Sucu'nun arkasında saf tutanlar, sadece onun Kılıçdaroğlu modeli baş örtmesi sebebiyle mi sıraya girmiş durumdalar?
Ayşe Sucu, tartışmanın böyle bir noktaya kilitlenmesinden ve "yarım baş örtme"nin sembolleştirilmesinden mutlu mudur acaba?