'Demokratik
Özerklik gündemi'ne, BDP'nin bir halkla ilişkiler kampanyası olarak bakmak lâzım. BDP,
Türkiye'nin geneli ve oradan kendi
seçmen kitlesi için başarılı biçimde gündem oluşturuyor.
Daha ötesi Türkiye konuşuyor ve tartışıyor. Türkiye, bu
tartışmaları olgunlukla sürdürecek bir basiret sergileyebilirse, işte o zaman Türkiye'nin birliği sarsılmaz bir güç kazanacak. Türkiye'nin bölünmesinin konuşulabilmesi, Türkiye'nin bütünlüğünü sürdürme yeteneğini geliştirme fırsatı veriyor. Ne güzel! Aslı astarı olmayan korkularımızla yüzleşiyoruz. Bölünmeyi savunanların, birliği ve bütünlüğü savunanlar karşısında şansı var mı? Federalizmi veya özerkliği savunanların dayandığı sağlam bir temelden bahsetmek mümkün mü?
Kürt siyasal hareketi, Marksist-Stalinist bir
örgüt olan PKK'nın hegemonyasında ve şiddet yöntemleriyle büyüdü. Bu yüzden modası geçmiş bir yığın sosyalist kavram ve
model, Kürt ulusalcılığını reel dünyanın dışına sürükledi. 'Artık yeter' (edi bes'e) sloganı, Meksika'daki Zapatista ayaklanmasından alınma. KCK, 1917'nin Bolşevik Sovyet modelinin bir taklidi. Kürt ulusalcılığı, Kemalist-laik-jakoben geleneği
taklit ediyor. Demokratik Özerklik, evrensel insan haklarının dışında bireyi
baskı altına alan ve kültürel taleplere odaklanan grup haklarının peşinde. Bir de gerçekler dünyası var. Türkiye'de
Kürtlerin bölgesel dağılımı grup haklarına dayalı örgütlenmeleri de, coğrafî veya siyasî çözümleri de imkânsız hale getiriyor.
Bütün bunların anlaşılması, gerçek ihtiyaçlar ekseninde Kürt siyasetinin kendini yeniden oluşturabilmesi için her şeyin konuşulması ve tartışılması gerekiyor. Bütün bu fırtınalar arasında BDP'nin kurduğu ve sürdürdüğü dilin yapıcı bir dil olduğunu teslim etmek lâzım. MHP'nin ve CHP'nin ortaklaşa geliştirdiği dil de, korkuları temsil etmesine rağmen demokratik bir tartışmayı sürdürebilecek sınırları aşmıyor. Hükümetin dili de öyle; zaman zaman diğer aktörlere balans ayarı vermeye çalışan sorumlu ve dengeli bir dil kullanıyor.
Konuşacağımız şeyler ise çok. Mağdur, acılı ve şikâyeti olan Kürtler daha net konuşmaya başladılar. Sıkıntıyı yaşayan ve canları yananlar onlar olduğu için daha hazırlıklı ve birikimliler. Yine de özgür bir tartışma ortamında doğru bildiklerini gözden geçirmeleri gerekiyor. Etnik temelli grup haklarının Kürtlere ne kazandıracağını ve ne kaybettireceğini öncelikle Kürtlerin kendi aralarında müzakere etmeleri lâzım. Etnik kimlik üzerine oturan örgütler, bireyin etnik kimliği dışındaki tercihlerine
özgürlük tanımıyor. Etnik kimliği fetiş haline getirerek bir grup baskısı aracına dönüşüyor. İnsanları hayatın her alanında etnik kimlikleri ile var olmaya zorluyor. Bir tür totalitarizm üretiyor.
Federalizmin veya kültürel özerkliğin,
yerel yönetimler dışında bireyin hayatına ve ülkenin geri kalanı ile ilişkilerine neler getirip neler götürdüğünü kimse yeteri kadar bilmiyor. 'Kültürel haklar' gibi edebiyatı çok yapılan bazı kavramların içi bomboş. Bu tabir grup haklarının konusunu oluşturduğu için özerkliğin anahtarı durumunda. 'Kürtlerin kültürel hakları' dendiği zaman kim, ne anlıyor? Dil dışında Kürtleri, ülkenin geri kalanından ayıran kültürel farklılık var mı? Var dediğimiz kültürel farklılıklar bile etnik değil bölgesel nitelik taşıyor. Aynı bölgede yaşayan Kürt, Türk, Arap aynı kültürü paylaşmıyor mu?
Kürt sorunu bütünüyle bir
Kürtçe sorunu. 87 yıldır içinden geçtiğimiz tecrübe, Kürtçenin özgürce tasarrufunun; yaşaması ve gelişmesi için devlet desteğinin, Kürtlerin kendilerini bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşları olarak hissetmelerinin ön şartı olduğunu gösterdi. O zaman Kürtçe sorununa, diğer siyasî tartışmalardan farklı yaklaşmamız lâzım. Kürtçe sorunu çözüldüğü zaman diğer siyasî sorunların tamamı,
sabun köpüğü gibi sönecektir. Geriye ideolojiler dünyamıza
renk katan marjinal Kürt ulusalcıları kalacaktır. Kürtçe sorununun çözümünün ise tek ölçüsü var: Kürt vatandaşlarımızın dillerini kullanmak ve geliştirmekle ilgili bütün taleplerinin karşılanması. Resmî dil tartışması, bu ihtiyacın kendisini değil siyasî sömürü alanını gösteriyor