Takvim yaprakları 19
Aralık 1978'i gösterirken "
Güneş Ne Zaman Doğacak?" filmini gösteren
Maraş'taki bir sinema
bombalanır.
Film, milliyetçi ve anti-komünist mesajlar içermektedir. Bunun üzerine 'Sağcılar'
Cumhuriyet Halk Partisi (
CHP) İl Merkezi'ne doğru yürüyüşe geçer.
Ertesi gün
Alevilerin yoğun olduğu Yörükselim Mahallesi'ndeki bir kıraathaneye bomba atılır ve bir kişi hayatını kaybeder. Ardından 'sol görüşlü' iki öğretmen
silahlı saldırıya uğrar ve öldürülür. Bir gün sonra bu öğretmenlerin cenaze namazında olaylar çıkar. Hadiseler şehir merkezine yayılınca o gün üç vatandaşımız daha hayata gözlerini yumar. Günlerce devam eden kargaşayı önl
emek maksadıyla
Kayseri ve Gaziantep'ten birlikler Maraş'a kaydırılır. Ne var ki, onca asker ve polis olayların önünü alamaz. Resmî rakamlara göre 105 kişi öldürülür, 176 kişi yaralanır, 210 ev ve 70 işyeri tahrip edilir. Olayların ardından Alevi-
Sünni çatışması had safhaya varır,
ülke mezhep kavgası yüzünden kendini uçurumun kenarında bulur. Sonuç?
26 Aralık 1978 günü
İstanbul dâhil 13 vilayette
sıkıyönetim ilan edildi. Ne yazık ki kanlı olaylar sıkıyönetim döneminde de durmadı. Aksine, sıkıyönetime rağmen olaylar daha da artacak, şehirlerde 'kurtarılmış bölgeler' ilan edilecek, karşıt düşüncedeki insanlar '
halk mahkemesi'nde yargılanacak,
terör saldırıları sonucunda hayatını kaybeden insanların haddü hesabı olmayacak, halk kaotik olaylardan yorgun düşecek, "Kim gelirse gelsin, yeter ki kan dursun!" diyerek
darbeyi bile meşru görecektir. Bu arada "
tahrik edici eylemler"in ardı arkası kesilmeyecek; Fatih Camii'nden yapılan canlı mevlit yayınında bir grup,
Atatürk aleyhine bağırıp çağıracak; Konya'da
İstiklal Marşı okunurken bazı kimseler marşımızı
protesto ederek 'irtica tehlikesi'ni fotoğraflayıp askerin ayak seslerine tempo tutmuş olacaktı...
İsterseniz takvimin bir başka sayfasına geçelim:
Tarih 23 Aralık 1930.
İzmir Menemen'de Derviş Mehmet diye tanınan bir adam etrafına topladığı bir grup insanla Manisa'dan yola çıkıp Menemen'e gidiyor. Menemen Meydanı'nda şeriat ilan edecek güya. Üstelik bu kadar adam silahlı bir şekilde giriyor ilçeye. Kalabalığa askerliğini yedek
subay olarak yapan Mustafa Fehmi
Kubilay ve beraberindeki bir
manga asker müdahale ediyor. Ne var ki silahlarıyla elini kolunu sallayarak Menemen'e gelen meczuplar topluluğu Kubilay'ı ve yanındaki iki mahalle bekçisini öldürüyor. Tarihi belgelere göre bu adamların esrar kullandığı, bazı karanlık bağlantılar içinde olduğu, devletin istihbaratı tarafından takip altında tutulduğu biliniyor. Ancak bu vahim olayın önü neden önceden alınamıyor; tarih bu konuda şüpheleri giderici bir bilgi vermiyor. Olay duyulur duyulmaz, yer yerinden oynuyor ve Menemen'deki kasvet ve
vahşet bütün
Türkiye'yi kuşatıyor. Sonuç?
YETER Kİ SALTANATLARI DEVAM ETSİN!
31 Aralık günkü oturumda olay Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nde (
TBMM) tartışılıyor ve sıkıyönetim ilan ediliyor. Divan-ı
Harp Reisliği'ne meşhur Muğlalı Mustafa Paşa (Van'da 33 vatandaşı kurşuna dizdiren
Mustafa Muğlalı) atanıyor. 105
sanık yargılanıyor, 37 kişi idama mahkûm oluyor; 37'den 28'i (3
Şubat 1931'de)
infaz ediliyor. Sabıkalı bir esrarkeşin şaibeli bir eylemi sonrasında bütün Türkiye'de 'irtica tehdidi' üzerinden yoğun bir
propaganda yapılıyor ve insanlara
baskı uygulanıyor.
Bu iki vahim hadiseyi durup dururken hatırlatmadım. Geçtiğimiz günlerde her iki olay için de programlar yapıldı, yürüyüşler düzenlendi, yazılar yazıldı. Maraş'ta bir grup Alevi vatandaşımız yürüyüş yaparken,
ülkücü olduğu söylenen bir grup gencin protestosuna maruz kaldı. Hava bir anda gerildi; şehrin üzerine o kadim kâbus bir kez daha çöküverdi. Bazı medya mensupları da olay sırasında Maraş'ta bulunan Ökkeş Şendiller üzerinden öfkeyi kabartmak istedi. Bazı kişiler, Şendiller'in 'Maraş katliamı'ndan
beraat etmesini göz ardı ediyordu.
Uzun yıllardır adeta
beyin yıkarcasına bize yapılan telkinler hep aynı: Maraş'ta Sünniler Alevileri katletti.
İrticacılar Kubilay'ı hunharca vahşice öldürdü! Bu telkinler çerçevesinde sıkıyönetim ruhunun diri tutulduğunu görüyorum. Her iki hadise de (pek çok diğer örnekte olduğu gibi) anlatıldığı kadar basit değil. Katliamları lanetlerken bile farkına varmadan ayrışımı körüklemek, nefreti diriltmek, resmî söylemi güçlendirmek gibi bir hatayı tekrar ediyoruz. Olayların bir görünen yüzü var bir de karanlık çehresi. O karanlık çehreye bakmak için resmi telkinlerin dışına çıkmak gerekiyor.
Ergenekon süreci bize çok net bir fotoğraf sundu: kritik dönemlerde karışıklık çıkaran ve derin irtibatları olan bir yapı, kâh Alevi kılığına giriyor, kâh Sünni kisvesine bürünüyor ve insanları birbirine kırdırıyor. Kardeş kavgası çıkarabilmek için sağcının eline silah verenle, solcunun avucuna bomba tutuşturan aynı güçler. Düşmanlık oluşturmak için ajanlarının başına sarık sardırabilen, sırtına cübbe giydirebilen bu karanlık yapı, dilediğinde laikliği
bayraklaştırıp dine ve dindara savaş açabiliyor. Maksat belli: Kaos oluşturmak suretiyle insanları yılgınlığa, bıkkınlığa, umutsuzluğa mahkûm etmek ve antidemokratik rejimin ilanı için zemin hazırlamak. "Darbe yapmak için, şartların oluşmasını bekledik." diyen zihniyetin gözünde ne Alevilerin bir değeri var, ne Sünnilerin. Onların nezdinde hiçbir şeyin önemi yok; yeter ki kendi saltanatları devam etsin ve hükümranlığı kendilerine bahşeden süper güçler onlara
destek versin.
Statükonun telkinlerini elimizin tersiyle itmemiz, hadiseleri yeni bir gözle
analiz etmemiz, düşmanlık üretecek her türlü söylemden sakınmamız, değişik kimlikler içinde hayatı dostça paylaşmamız şart. Bu gaye için
ilk adım ezberleri bozmaktır; zira o ezber, o karanlık senaryoların yazarları tarafından kaleme alınmıştır...
Bu vitrinle CHP
iktidara yürüyemez
Menemen olaylarının 80. yılı vesilesiyle törenler düzenlenmiş. Son Parti Meclisi toplantısına kadar CHP genel sekreterliği görevini yapan Prof. Dr.
Süheyl Batum da orada. Hoca kendisini tutamıyor; konuşurken maalesef sürekli hata yapıyor, pot kırıyor, 'Yeni CHP' figürünü yerle bir ediyor. Her katıldığı programda olay adam durumuna düşen Süheyl Bey bu sefer kendi partisinin Meclis Üyesi'ne verip veriştirmiş. İlahiyatçı bir Parti Meclisi (PM) Üyesi'nin
Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili söylediklerine belli ki çok içerlemiş. Onun sözlerine
itiraz ederken seviyeyi iyice düşürüyor ve Gülen hakkında nezaket ölçülerini aşan hatta
iftira sayılabilecek karalamalarda bulunuyor. Profesör unvanı olan bir kişinin üslup itibarıyla bu kadar düşük
profil sergilemesi CHP için büyük bir kayıp. Üstelik '
hukukçu' kimliği olan birisinin delilsiz ispatsız bazı suçlamalar yapması yakışıksız duruyor. Bu kinle, bu öfkeyle
siyaset yapılamaz. Halkın saygı duyduğu insanlar hakkında konuşurken ağzından çıkanı kulağı duymazsa CHP'nin halkla barışması mümkün değil. Bu kadar keskin söylemlerin yanında bir ilahiyatçı, vitrini kurtarsa bile, halkla barışma asla söz konusu olamaz, CHP marjinal bir parti olmaya devam eder...
Sadece
profesör unvanlı Batum'un incitici üslubu değil mevzuu. Menemen'deki toplantının öne çıkan diğer bir portresi
Tansel Çölaşan. Şimdilerde
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) başkanlığı yapan Tansel Hanım bir zamanlar
Danıştay başsavcısıydı.
Danıştay saldırısı sırasında katilin, "Allahuekber" diye bağırarak saldırdığını söylemiş ama yalan söylediği ortaya çıkmıştı. Her neyse...
Cumhuriyet mitinglerini yeniden düzenleyeceklerini duyuran Hanımefendi de oradaymış ve kükremiş: "Sessiz dönemimiz
seçimler öncesinde bitecek!"
CHP için emek verip umutlananlar! Sayın
Kemal Kılıçdaroğlu, Sayın
Gürsel Tekin... Bu iki karakteri ve söylediklerini yan yana
koyun, iktidar yolunun sizin için ne kadar dar bir geçit olduğunu göreceksiniz. Cumhuriyet mitingleri büyük bir hataydı. Daha kötüsü
psikolojik bir hareketti ve halkın önemli bir kısmını CHP'den uzaklaştırdı. Çünkü bayrak gibi vatandaşları bir araya getirmesi beklenen bir sembolü bile ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı bir noktaya taşımıştı.
Demokratik Sol Parti (DSP) ile CHP ittifakına rağmen seçim sonuçları tam bir fiyaskoya dönüştü; çünkü CHP bir kısım medyanın parıltılı laflarına güvenip ADD gibi derneklerin elinde
oyuncak haline dönüşmüştü. CHP'nin ötekileştiren değil, uzlaştıran bir parti vizyonuna ihtiyacı var. Yoksa bu seçim CHP için yeni bir hezimet olacaktır...