Birbirinden bağımsız gibi gözüken bazı gelişmelere birlikte bakıldığında, bazen geleceğe yönelik tahmin yapmak daha kolay olur. Son günlerde AB,
Kıbrıs ve
Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki gelişmeler, ‘neler oluyor?’ sorusunu sormayı mümkün kılıyor.
Kriz içindeki AB’de dönem başkanlığı
Belçika’dan
Macaristan’a geçiyor ve bu çerçevede AB Konsey Başkanı Van Rompuy’un Macaristan’a yaptığı ziyarette tarafların sarf ettiği sözler dikkat
çekici. Türkiye’nin Avrupa’da yeri olmadığı konusundaki ısrarlı tutumuyla tanınan Belçika Başbakanı Van Rompuy, Türkiye’nin
bölgesinde oynadığı aktif rol nedeniyle AB ile yakınlaşması gerektiğine dikkat çekti. Müzakerelerin sonucunu beklemeden Türkiye’nin AB’ye bağlanması gereğine işaret ederek muhtemelen üyelik yerine ayrıcalıklı ortaklığı kastetmiştir. Bu, Türkiye’nin üyeliğine hala karşı çıkmak anlamına gelse bile bir yandan da “kaybetme” kaygısına işaret ediyor. Macaristan ise, bu yaklaşımı onaylayan bir karşılık verdi ve Türkiye’nin giderek bir tür “
Osmanlı” kurduğunu, gidişatın da AB’ye alternatif bir bölge yaratacağına dikkat çekti. Kısacası Türkiye üyeliğine karşı çıkan devletler, bugün “aramıza almadık, onlar da gidip kendi bölgeleriyle bütünleşiyor” diye çıkarsamada bulunuyorlar.
Çıkarsamaların gerçekliği tartışmalı olsa bile AB’nin Türkiye geliyor diye içine düştüğü telaşın yerini Türkiye gidiyor telaşının aldığı söylenebilir. Telaşın nedeni, Türkiye’nin yakın coğrafyasında kurduğu
ekonomik ve siyasal ilişkilerin AB ülkelerinin bu bölgelerdeki hareket yeteneğini sınırlaması. AB, küresel düzeyde ekonomik ve siyasal varlığını sürdürebildiği ölçüde varlığını koruyabilir, ama Türkiye bu faaliyetlerinin önünü tıkamaya
aday.
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde bir araya gelen ülkelere bakılırsa ve ele alınan konulara dikkat edilirse, AB’nin telaşını makul bulmak gerekir.
EİT,
Suriye-
Lübnan-
Ürdün ile girişilen bölgesel
işbirliği zemininin ne ölçüde genişletilebileceğine ilişkin bir arayış toplantısı oldu.
Irak ve Azerbaycan’ın da
sistem içindeki yerleri ele alınmış olmalı. Ekonomik bir bölge kurulması,
doğal olarak ülkelerin ortak sosyal ve siyasal sorunlarını da birlikte çözmelerine olanak sağlar. Dolayısıyla bu girişimin Yukarı Karabağ,
Kürt sorunu,
Golan Tepeleri gibi bir dizi sorunun da bölgede çözülmesinin önünü açan bir süreç olacağı söylenebilir. Bu da Batı’nın sadece ekonomik değil siyasal olarak da bölgede belirleyici olma imkanlarının sınırlanması anlamına gelir.
Anlaşılan o ki,
İsrail’in kızgın siyasetinin arkasında da bu gelişmelerin etkisi var. Alt bölge girişimine dahil olmak yerine onu sabote etmeye çalışmak, duyulan rahatsızlığın bir göstergesi. Kıbrıs Rum kesimiyle yapılan anlaşmalar yoluyla Türkiye ve
Mısır’ın Akdeniz’deki hareketlerini sınırlamaya çalışan ve aynı zamanda Mısır ile Türkiye arasına hat çekmeyi öngören İsrail, bu konuda en büyük yardımı Rum Kesimi’nden alıyor. Kıbrıs Rum kesiminin Türkiye ile derde düşmüş olması ise, AB-Türkiye ilişkilerini bozmaya ve Türkiye’yi başka arayışlara itmeye yarıyor, bu da şu sıralar en fazla AB’yi telaşlandırıyor. Kıbrıs’taki koşullar Türkiye’yi de ikna edecek biçimde çözülmez ise, ‘Türkiye için AB yolu açılmazsa Kıbrıs’ta iki devlet olur’ yaklaşımını güçlendirebilir. Eğer Türkiye’nin AB yolu kapalıysa, bu tür bir gelişmenin Türkiye’den çok AB’ye zarar vereceği söylenebilir.
Ancak, AB’yi telaşlandırmanın üyelik sürecini
teşvik edeceğinin garantisi yok, süreç stratejik ortaklığa doğru da gidebilir. Bu da Türkiye’nin bölgesindeki çekiciliğini yitirme olasılığını düşündürür.