Türkiye sistemik sorunlarını çöz(e)mediği için polemikleri, krizleri de bitmiyor.
Son günlerin popüler
tartışma konusu '
iki dilli hayat' da böyle bir şey. Yıllar boyu farklılıkları tehdit olarak gören,
Kürtler'i, Aleviler'i, dindarları 'tehdit' olarak algılayan 'devlet' sonuçta her şeyi içinden çıkılmaz hale getirmeyi başardı.
AK Parti iktidarı bir bakıma 'bu devlet düzeninin enkazı ile mücadele' dönemi gibi. 2002'den bu yana çok ciddi gelişmeler yaşansa da hâlâ alınacak yol var.
Bugünlerin tarihi yazılırken AK Parti dönemi için 'iyi şeyler' yazılabileceği gibi farklı bir açıdan bakılırsa 'yeterince cesur davranamadığı' da söylenebilir.
İki dil ve özerklik tartışmaları da AK Parti'nin yeterince cesur olamadığı bir alanın
PKK tarafından doldurulması sonucunu doğurdu. Bugün gelinen noktada kimse Kürtler'i ve
Kürtçe'yi tartışmıyor. Bu ülkede Kürtler var ve Kürtçe diye bir dil de var.
O yüzden resmi kayıtlara 'bilinmeyen bir dil' diye yazmanın ne mantığı var ne de anlamı. Kabul edelim ki PKK'yı büyüten kendin
e devlet süsü vermiş birtakım suç
örgütlerinin Güneydoğu'da işlediği
cinayetler, faili meçhuller ve sert
uygulamalardı.
Bu konunun aktörü ve faktörü bol. Tek nedene bağlamak, bir yöntemle çözmek mümkün değil.
Gelinen noktada AK Parti hükümetinin cesur adımlar atması gerekiyor. Kaldı ki 12
Eylül referandumundaki yüzde 58'lik
destek toplumdaki güçlü beklentinin de açık ifadesi.
Her türlü olumsuz kampanyaya rağmen Türk halkı 'daha demokrat, daha özgürlükçü bir Türkiye' talebini dile getirdi. Hatta bu destek sonrası AK Parti'nin 'gerçekten ve ilk kez iktidar olduğunu' söyleyebiliriz.
Nasıl Kemal Kılıçdaroğlu'nun etkili muhalefet yapmak için bahanesi kalmadıysa AK Parti'nin de
12 Eylül sonrası 'iktidar olması' için bir bahanesi kalmadı. Artık sistemik sorunları çözme ve kalıcı reformlar yapmanın zamanı.
Buradan iki dil tartışmalarına dönersek. Bugün tartıştığımız şeyler ne Kürtçe'nin kullanılması ne de
iki dilli hayat. Tabelaların, yemek menülerinin iki dilli olması, hatta okullarda Kürtçe'nin seçmeli dil olarak okutulmasında bir sorun yok. Hatta bu uygulamalar ülkeyi bölmez. Dünyadaki yaygın uygulama da çok dillilik.
Bizim sorunumuz şu: Bunları devlet yapmadığı, hükümet uygulamadığı için PKK tarafından
silah gücüyle dayatılıyor. Eğer AK Parti hükümeti çıkıp 'köylerin tabelalarını iki dilli yapıyoruz, okullarda da Kürtçe'yi seçmeli dil yapabiliriz, yerel yönetimleri de güçlendireceğiz' deseydi ne 'bölünme tartışması' çıkardı ne de örgütün halkı istismar etme imkânı doğardı.
Siyaset boşluk kabul etmediği için devletin boşalttığı alanı örgüt doldurdu ve doldurmaya devam ediyor. Maalesef de bu yolun sonu kötü. Çünkü macun tüpten çıkınca geri girmiyor.
Gençleri aşırı politik bir dille büyüten Kürtler, yarın onları da
kontrol edemeyecek ve nerede duracağı belli olmayan bir süreç başlayacak.
O yüzden hükümetin inisiyatifi eline alması şart.
Bu alandaki bir diğer konu yargı reformları.
Hükümet yargı konusunda atması gereken adımlarda hâlâ yavaş. Uyum yasalarının birçoğu çıkamadı. Seçime giderken çıkıp çıkmayacağı net değil.
Anayasa Mahkemesi tıkanmış durumda. Uyum yasaları çıkmadığı için hatta
taslak ortada olmadığı için işler yığıldı. Çok önemli gündemler var ama
mahkeme toplanamıyor. Toplansa sağlıklı kararlar alamıyor.
Yargıtay ve Danıştay'ın hali ise içler acısı.
Adalet Bakanı ki; hakkını teslim edelim son dönemin en başarılı bakanı, çok önemli işlere
imza attı,
TBMM kürsüsünden rakamları açıkladı. 2010'da
Yargıtay'da 20 bin
dosya zaman aşımına uğradı. 2014'te zaman aşımına uğrayacak dosya sayısı 55 bini geçiyor. Yargıtay'da işler öyle tıkandı ki PTT'den mahkeme dosyalarını bile alamıyor kurum.
Yargıtay Başkanı Hasan
Gerçeker defalarca
isyan etti.
Ama nedense bu konuda bir türlü adım atılamadı. Geciken
adalet adalet değilse yapılacak olan şey belli.
Yüksek yargının son yıllarda aşırı politize olduğu doğru ama suçu da Yargıtay'a atmanın bir anlamı yok. Biriken ve koridorlardan taşan dosyalar arasında eziliyor hakimler.
Bir dairede günde 100'ü aşkın dosya görüşülmek zorunda kalıyor. 5 kişilik bir heyetin günde 100 dosyayı nasıl görüşeceğini varın siz düşünün. Açıkçası dinlediğim örnekler çok düşündürücü.
Meğerse bir daire bir günde 100 dosyayı şöyle görüşüyormuş. İlgili daire başkanı dosyaları 20'şer olacak şekilde kurul üyelerine dağıtıyor. Her üye dosyayı inceleyip karar veriyor. Diğer üyeler ise 'arkadaşına güvenip' görmediği dosyanın altına imza atıyor.
Duyunca şok olmuştum ama meğerse bu sistem yıllardır böyle gidiyormuş.
Yani, sorunları çözmezseniz, onlar sizi çözer.