Hepimize neredeyse "
katil" gözüyle bakıyorlar efendim. Bize, yani "68 kuşağına"...
Aslında bendeniz 1968 yılında liseyi henüz bitirmemiştim, 1971 darbesinde üniversitedeydim, onun için "71 kuşağı" deyimini
tercih edeceğim. Ama yıllar ilerledikçe o "ağabeylerimizle" aramızda pek bir fark da kalmadı gibi, kırk yaşlarını sürenler de gözümüze "çoluk çocuk" gibi görünüyorlar. (Biz de seksenliklere öyle geliyoruz.)
68 kuşağı... Koskoca bir mitoloji...
Sanki o yıllarda herkes eylemlere katılmış, her öğrenci eline bir tabanca alıp çıkmış, hepimiz sırtımıza "parka" giymişiz gibi...
Mesele hepi topu beş bin kişinin arasında dönüyordu!
Öğrenci kitlesinin büyük çoğunluğu tarafsız, hatta ilgisizdi. Okumak isteyenler, hır gür sevmeyenler daima çoğunluktaydı.
Ama sesi fazla çıkan göze batıyordu. Tıpkı bugün de olduğu gibi.
Onu bunu konuşturmamak için yumurta atan ve kendini ilerici sanan birkaç kafasız çocuk bütün bir öğrenci kitlesiyle "özdeş" tutuluyor. Laf edersen, sen de "gençliği karşısına almış" muamelesi görüyorsun. Babaları, hatta dedeleri yerinde adamız ama
kulak çekme hakkımız yok, uyarma hakkımız hele hiç.
68 kuşağı... Koskocaman bir balondur.
Fransa'da gençliğin bir kısmı (
gençlik demedim, "bir kısmı" dedim)
özgürlük için ayaklanmıştı. Olaylar, Nanterre
Üniversitesi'nde "erkek öğrenci yurduna kız
arkadaş sokabilme" talebiyle başladı, kısa zamanda "goşist isyana" dönüştü.
İşçi kitlesi bu "solcu olduğu ileri sürülen" eylemlere hiç mi hiç katılmadı,
destek de vermedi.
Fransız Komünist Partisi, açık seçik "taviz vermeyin, dayanın, sakın
istifa mistifa etmeyi düşünmeyin" diyerek sağcı hükümete arka çıktı.
Ve devrim mevrim de yapılamadı. Öğrenciler bir "
sınıf" değil, bir "parti" değil, farklı sınıflardan gelme çok değişik bireylerden oluşan bir "zümreydi" çünkü.
Olayların fikir babası, kerameti kendinden menkul, Herbert Marcuse denilen ve kendini Marksist sanan
çatlak feylesofun balon olduğu da böylece anlaşıldı.
Ama reform yapıldı: Kızlar artık erkek yurduna girip çıkabiliyorlardı (bilmez miyim, bir yıl sonra, 1969 yılının haziran ayında Paris'teydim!), üniversite yönetiminde de temsil ediliyorlardı.
Peki bizde ne mi oldu?
Arkadaşlar benzer eylemlere heves ettiler, kısa zamanda yozlaştı. Orada "cinsel özgürlük" isteniyordu, burada cinselliğinden arındırılmış "
devrimci bacı"
tipi ortaya çıktı. Sergilenen, ilericilik falan değil, düpedüz köylülüktü!
Bizimkiler demokrasi, özgürlük falan değil düpedüz dikta istiyorlardı üstelik.
Böylece Kemalist faşizme çanak tuttuklarının da farkına bile varamadılar.
Demokrasiyi ve "legaliteyi" savunan
Türkiye İşçi Partisi,
Amerikan gizli servisi ve ona
hizmet edenler tarafından sol kamuoyunda tu
kaka edildi.
Sonuçlarını biliyorsunuz...
Solcular! Gençler! Sözüm sizedir: Aklınızı başınıza toplayınız. Eğer hepten mankafa değilseniz, sizinle bir sorunu olmayan liberallerden değil, Türk sol hareketini yozlaştıranlardan, saptıranlardan, batıranlardan
hesap sorunuz. Büyük bir jeostrateji oyununda kullanılmış amcalarınıza ve ağabeylerinize, yani bizim ve bizden sonraki kuşağın "salim arkadaşlarına" da, onlara öykünmek bir yana, severek ama eleştirerek ve acıyarak bakınız.
Bunun ilk adımı kimseye yumurta atmamak ve kendini hasbelkader parti başkanı bulmuş bir memur emeklisini görünce "Ernesto geldi" sanmamaktır tabii...