Her ne kadar "
icat çıkarma" diyen bir kültüre sahip olsak da... Arada bir şeyler icat edebiliyoruz. Bununla da kalmıyor, kendi icadımızı yok ediyoruz.
İlk denizaltı prototipi sayılan "pervaneli fıçıyı", Haliç'te şehzade
sünnet düğünü eğlencesi olarak icat ettik. Daha sonra bu fıçının eğlence dışında kullanım alanı olabileceğine bakmadan, mucidini ortadan kaldırdık. İngilizlerin benzer yaklaşımla Fransızların ahşap teknelerine
patlayıcı yerleştirmesi ardından, "ben de isterem" diyerek denizaltı edinebilme derdine düştük.
İnovasyon dediğimiz yenilikçilik, tam da "eski köye yeni adet" getirmektir ve biz bundan hiç hazzetmeyiz. Farklı bir şey yapanı "Con Ahmet'in devridaim Makinesi" diyerek ti'ye alır, Galata'dan Doğancılar'a inen Hezarfen'i de "yaşamamışa" döndürürüz.
Çok eskilere gitmeye gerek yok.
Devrim otomobili ve Karakurt lokomotifini icat eden mühendislerimizi ortadan kaldıran yine bizler olduk.
Farklı düşüneni yok etme hastalığımıza, en çarpıcı örnek; Nuri Demirağ'dır. "Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan" marşını yazdıran bu mucidimiz 1250 km.
demiryolunu yaparak Ata'ya rüştünü ispat etmiş biriydi. Bununla yetinmeyip,
Boğaz Köprüsü, Keban Barajı gibi fikirlerini, zamanın yönetimine haykırdı. Ses gelmeyince oturdu ilk Türk uçağını imal etti. 1944'te dünya havacılığı A sınıfı
üretim belgesi aldı. Ve zamanın iktidarı, Demirağ'ı mahkemelerde süründürdü, açtığı Gök Okulu'nu kapattı, fabrikaları ve pistine el koydu. O da "hiç doğmamışa" döndürüldü.
Bugün Metin Can'ın haberinde bir mucidimizin haberi var. Avrupa'nın en hızlı güneş enerjisiyle çalışan otomobilini, Ali Ezinç ve ekibi; Kayseri'de üretmişler.
Tutalım ki dün, zihnimiz "küresel başarıya" hazır değildi.
Savaş şartları, "yatırım iklimine" uygun değildi.
Fakat bugün iklim, "büyüyen Türkiye'den" yana...
Ancak, zihnimiz eğer "öncü endüstriler kurmaya hazır" değilse, bu fırsatı da kaçıracağız.
Tıpkı denizaltı,
uçak, otomobil ve lokomotifte olduğu gibi...
SABAH