Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), kuşkusuz
Türkiye siyasetinin önemli bir aktörü. Elbette kendisini ‘
Kürt halkının temsilcisi’ olarak tanımlayan bu hareketin, Türkiye’yi kuşatan bir siyaset ürettiğini söylemek imkansız. Ancak BDP’nin attığı her adım ya da planlayıp yürürlüğe koyduğu her hamle, hepimizi ilgilendiren sonuçlar üretiyor. Tıpkı ‘
iki dil’ tartışmasında olduğu gibi.
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ‘Bölgede yaşamın tüm alanlarında iki dilli bir hayat olacak’ açıklaması, herşey bir yana, uzun süredir sesi soluğu çıkmayan
Genelkurmay cephesini harekete geçirdi. Terörle mücadele sürecinde yıllar yılı kendisini
politika belirleyici olarak gören askerler, uzun zaman sonra ilk kez böyle bir ‘rol’le sahneye çıktılar.
Türkiye siyasetinin son yıllarda yaşadığı sarsıcı değişimler, ordunun sistemdeki yerini yeniden
tarif etme yolunda önemli mesafeler alınmasını sağlamıştı. Öyle anlaşılıyor ki, bu konularda atılan adımları kalıcı hale getirmek, öncelikle bazı sorunları çözüm sürecine koyabilmekten geçiyor.
***
BDP’nin ‘iki dil’ çıkışıyla attığı pasın, Genelkurmay tarafından gole çevrilmesi şaşıtıcı değil. Açıkçası yakın tarihimiz buna benzer nice ‘derin paslaşma’ ile dolu.
Siyasi
iktidar, Kürt meselesinin çözümünde geçmişten bu yana taşıdığı kararlı duruşu, tam da bu nedenle devam ettirmek zorunda. Aksi takdirde BDP’nin ‘iki dil’ talebiyle Genelkurmay’ın yaptığı çıkışın, bir madalyonun iki yüzü olduğu gerçeğiyle yüzleşemez.
Siyaset sahnesine ‘yeni’ damgasıyla çıkan ve kamuoyunda ciddi
destek gören ana muhalefet liderinin ‘Kürt’ demekten hala korktuğu bir ülkede,
AK Parti’nin sorumluluğu daha da artıyor.
BDP’nin ‘
iki dilli hayat talebi/çıkışı samimi olmadığı gibi, sorunun çözümüne katkı üretecek bir yaklaşım da değildir. Türkiye’de yaşayan
Kürtlerin büyük çoğunluğunun hala AK Parti’ye destek verdiği hesaba katılırsa, bu tür hamlelerin biraz da iktidar partisinin dengesini bozmaya yönelik olduğu görülebilir.
Kürtler adına siyaset ürettiğini iddia eden parti, demokratik
açılım sürecini baltalamak için ne yaptıysa, bugün ‘iki dil’ tartışması başlatarak aynı hedefe yöneliyor.
AK Parti, genel anlamda bugüne kadar Kürt meselesinde doğru ve tutarlı bir duruş sergiledi. Nitekim gerek dört seçimdir aldığı sonuçlar, gerekse 12
Eylül 2010 referandumunda ortaya çıkan tablo, bu duruşun geniş kitleler nezdinde karşılık bulduğunu gösteriyor.
BDP’nin (o günkü adıyla DTP’nin) Habur’da ortaya çıkardığı manzaraya ve bazı siyasi partilerin bunu iktidar aleyhinde bir kampanyaya dönüştürmesine rağmen, % 58’in ortaya çıkması bu sağduyuya işaret ediyor.
***
Bu arada sormadan geçemeyeceğim. ‘İki dil’ iddiasıyla ortaya çıkan BDP, Mersin’de
Kürtçe şarkı söylemediği için öldürülen
sanatçı için ne düşünüyor acaba? Bu ülkede Kürtçe konuştuğu ya da şarkı söylediği için eziyet gören, hatta canını yitiren insanlar oldu. Sonuna kadar onların hakkını savunduk, yine savunacağız.
Peki ya BDP? Bu partinin ‘iki dil’ üzerinden başlattığı tartışmanın bir hak ve
özgürlük talebi olmaktan çok, kışkırtıcı bir taktik hamle ve ‘derin paslaşma’ olduğunu görmeyenler?
Mesele sadece Kürtçenin serbestliği midir? Demokrasi ve özgürlük tanımlarımız buraya kadar mıdır? Yoksa Kürtçe söylemediği için canından olan insanların hakkını korumak ve savunmak, bizim sorumluluğumuz değil mi?