Dersimli
Kemal Kılıçdaroğlu Ankara’da
CHP’deki “tek adam”
iktidarını inşa ederken Dersim’de toplanan yaklaşık 2 bin kişi birahane taşlıyordu.
Şiddet yoluyla Dersim’de ahlak zabıtalığına soyunanlar kimdir, necidir, inanın hiçbir fikrim yok. Merak edip araştırma ihtiyacı bile duymadım. Sorunun beni ilgilendiren tarafı, eylemin yöntemidir.
Kim olurlarsa olsunlar, neyi temsil ediyorlarsa etsinler, taşlarla ve sopalarla sokaklara çeki düzen vermeye, kendi yerel iktidarlarını kurmaya yeltenemezler. Elbette, içkili mekanların aileler üzerindeki sosyolojik etkisi tartışılabilir, ortada sorun varsa çözüme ihtiyaç duyulabilir ama hiç kimse şiddeti çıkış yolu olarak topluma sunamaz.
Polisin başkentteki park caddesinde içkili yerlere yönelik denetimini günlerdir
tartışma konusu yapanların Dersim’deki birahane şiddetini görmezlikten gelmesi, kadın örgütlerinin köşelerine sinmesi ve yumurta sevicilerin bu haberi bir iki sütunla sınırlı tutması, soruna yaklaşımdaki çifte standardı gözler önüne sermesi bakımından dikkat çekicidir.
Sözgelimi birahane eylemi, Erzurum’da yaşansaydı, bugün
Türkiye CHP kurultayını konuşmazdı. Hele Ankara veya İstanbul’da olsaydı, Türkiye’nin İranlaşmasından tutun şeriata kadar konuşulmadık konu bırakmazdık.
CHP kurultayını bu perspektiften izlediğimizde;
Hürriyet,
Vatan,
Milliyet gibi gazetelerde atılan sevinç naralarını, “Korkmayın geliyoruz”, “CHP kurultayı tıpkı F1 gibi”, “Artık AKP yıpranma sürecinde”, “Nihayet CHP umut veriyor” türünden atılan başlıkları daha iyi anlayabiliriz.
Abdüllatif Şener yeni parti kurduğunda,
Hüsamettin Cindoruk DP’yi ele geçirdiğinde de sevindirik olmuşlardı. Şimdi şu slogana sarıldılar:
Nefes alıyorsak umut var demektir!
Olmak ya da olmamak
Bu kez başarmalarını diliyorum. İktidarı denetleyen güçlü bir muhalefet, demokratik kazanımları arttırır ve iktidar karşısındaki alternatif umudunu canlı tutar, nefes nefese bırakmaz.
Ergenekon ve
Balyoz gibi yer altına kaçışı da frenler.
Kemal Bey, genel
başkanlık koltuğuna oturur oturmaz partideki ölü toprağını şöyle bir silkeledi, teşkilatları canlandırdı ve kitleleri heyecanlandırdı. Ne var ki, bu süreç, silkelenmeyi, canlılığı ve heyecanı oya tahvil edecek politikalarla güçlü şekilde desteklenemedi.
Dendi ki; Deniz
Baykal ve
Önder Sav gibi prangaları var.
Son kurultay, Kemal Bey’in tüm prangalarından kurtulduğu ve tek adam olarak direksiyona geçtiği sürecin başlangıcıdır. Artık bahane üretme lüksü kalmamıştır. Önümüzdeki
seçim, günahıyla sevabıyla tümden kendine
fatura edilecektir.
Başarırsa lider olur, başaramazsa birçok partili gibi kendisi de meyhane köşelerine düşer “mazi kalbimde bir yaradır” şarkısını terennüm eder. Tabi o meyhaneyi taşlamazlarsa...
Gidişi öyle
Deniz Baykal gibi 18 yıl sürmez; gitsin diye
Türkan Saylan gibi yıllarca
ölüm korkusundan medet umanlar çıkmaz, zira atın ölümü arpadan onunki gürpeden olur.
O nedenle işi sıkı tutması gerekir.
Kemal Sunal Komedisi
Zira, seçime kadar kat etmesi gereken çok mesafe var.
Kurultay konuşması zayıftı,
parti meclisi daha beterdi. Toplam maliyeti eski parayla 200 katrilyon lirayı aşan, geçmişte denenmiş ancak sandığa gömülmüş
Demirel usulü
vaatleri “Kemal” ambalajına sararak yutturmak çok güçtür.
“Benim adım Kemal, ben parayı bulurum” demenin mali karşılığı yoktur. Vaatlerin içini dolduramazsanız, sözleriniz, komedi filmlerindeki gibi “Kemal Sunal” muamelesi görür.
O zaman adama çıkıp sorarlar: İstanbul’da büyükşehre
aday olunca ihtiyaç sahiplerine 600 lira aylık bağlamayı vaat etmiştin, şimdi genel başkansın hadi CHP’li
İzmir belediyesinde uygula.
Bununla kalmaz, Halk TV’yi hatırlatırlar: Bakın, Halk TV’de çalışanlar 2-3 aydır
maaşlarını alamıyorlar, siz bırakın Türkiye’deki yoksullara maaş vermeyi önce kendi işçilerinizin ücretlerini ödeyin.
Ya yeni kadrolarınız?
Baykal ve Sav’a geçit vermediniz, iyi de ettiniz. Che Guevara posteri altında sol yumruğunuzu kaldırarak “Faşizm” dediniz, TÖB-Der’in mal varlığına sahip çıktığınız, 12
Eylül öncesine nostaljik gezinti yaptınız, Silivri’ye
selam çaktınız, “
Kürt” sözcüğünden korktunuz, başörtüsüne değinmediniz, askeri vesayete teğet geçtiniz, ama sağ kolunuz Gürsel Tekin’in karizmasını çizdiniz.
Kürt açılımın simge ismi
Sezgin Tanrıkulu PM’ye giremedi. “Burası CHP, Kürt demek o kadar kolay değil” diyor, acısı büyük. “10.yıl değil 100.yıl marşı bestelemeyiz” şeklinde radikal çıkışlar yapan
Enver Aysever liste çizikleriyle yara bere içinde. Yılların sosyal demokratı
Servet Ünsal, kamuoyunda emekçi dostu olarak bilinen
Ali Tezel ve Alper Taşdelen hayal kırıklığı yaşayanlardan.
PM’ye soktuğunuz en önemli kurmaylarınızdan ikisi
Abdüllatif Şener’in
ANAP ve DYP kökenli iki genel başkan yardımcısı Bülent Kuşoğlu ve Ali Arif Özzeybek... Hakkı Süha Okay’ı,
Şahin Mengü’yü,
Haluk Koç’u silerken tercihiniz bunlar mı olmalıydı?
Gariptir, Şener, CHP’de Baykal ve Sav’dan daha etkili hale geldi. Abdüllatif Bey, yeni partisini kurtaramadı ama kadrolarını CHP’de iktidara taşıdı.
Neyse...
Kemal Bey, böyle uygun gördü, çıktı yola. Bizlerin kanaatlerinden öte burada aslolan
halkın vereceği nottur.
Hadi hayırlısı...