Çetin Paşa'nın, kendisini korumakla görevli askerlere emredip,
ayakkabılarının çamurunu sildirmesi 28
Şubat günlerini hatırlattı.
Hani, Milli Görüş gençlerinden birisi ibrikle su döküyor,
Erbakan Hoca da
abdest alıyordu. Postmodern
darbe günlerinin televizyonları o görüntüleri evire çevire vermişti. Şimdi aynı hadiseyi Çetin Paşa yaşıyor.
'Erbakan Hoca'nın abdestiyle Çetin Paşa'nın ayakkabıları arasında ne alaka var?' diyebilirsiniz. Önce bir kaideyi hatırlatalım. "El-
Ceza min cinsi'l-amel" derler. Yani "Ne yaparsan karşılığını da o cinsten görürsün." Çetin Paşa da yapılanların karşılığını neredeyse bire bir aynı cinsten görüyor şimdi. Hafızalarımızı şöyle bir tazeleyelim. Çok uzak olmayan bir zamanda, BÇG denilen kanunsuz bir yapılanma vardı.
Genelkurmay bünyesinde faaliyet gösterir,
Gölcük'teki Donanma'yı da önemli bir üs olarak kullanırdı. Adı üstünde
Batı Çalışma Grubu, "Doğulu" vatandaşı adım adım takip eder, takip altındaki "Doğulu" vatandaş da kendisini "
Anadolu insanı" olarak isimlendirirdi.
Trabzon doğumlu Çetin Paşa, normalde Anadolu insanlarının arasından geldiği halde BÇG'nin başına geçirilmişti.
Malumunuz, Osman Pamukoğlu'nun ardından askerlerimizin kitap yazması moda oldu.
Çetin Doğan da o modaya katıldı. Kitabının önsözünde BÇG'de geçen günlerine serenatlar yaptı.
Balyoz'un acısını BÇG nostaljisiyle bastırmaya çalışıyor. Biraz daha geriye gidebilse ve geldiği yeri hatırlayabilseydi BÇG'li günleriyle övünebilir miydi?
Mesela çeşmelerin henüz evlerin içine alınmadığı, ibrikli leğenli çocukluk günlerine gidebilseydi, Erbakan Hoca'nın abdestini,
psikolojik harekât adına evirip-çevirip veren televizyon yayınlarına razı olabilir miydi?
Leğenin başında abdest alan büyüklerin eline, ibrikle su döken gençleri kim bilir kaç kere görmüştür? Belki de babasının, dedesinin ya da babaannesinin abdest suyunu defalarca dökmüştür. Konu psikolojik harekât olunca, geçmişini de, büyüklere saygı ve hizmette kusur etmemenin kültürümüz açısından önemini de unutup geçebildi.
Bugün bile BÇG'de yaptıklarıyla övünen bir insan, Balyoz planlarını başarıyla uygulayabilseydi neler yapmazdı? Belki de heykellerini diktirir, her sabah heykellerinin önünde saygı duruşuyla güne başlamamızı şart koşardı.
Bakın, on beş senede neler değişti? Kameraların, yani tüm dünyanın önünde emredip, postallarını sildirmekten sıkılmayanların günüydü o günler. Ve onlar gençlerin saygı ve hürmetinden kaynaklanan davranışlarını, içlerinden gelerek büyüklerinin eline abdest suyu dökmelerini utanılacak bir şey gibi sunarlardı. Şimdi herkes milletin evladına emirle ayakkabı sildiren kafayı sorguluyor.
Büyüklerin küçüklere sevgiyle yaklaşması, küçüklerin de büyüklerine hürmet ve hizmette kusur etmeme ahlakı bugün de yarın da yükselmeye devam edecek. Elindeki kuvveti düşmanı sindirmekte değil, millete emredip, ayakkabı sildirmekte kullananların yarın hayırla yâd edileceğini hiç zannetmiyorum.
Etme-bulma dünyası burası. Ne yaparsak yapalım, aynı cinsten karşılık göreceğimizi bilerek yapmakta fayda var. Ya da şöyle söyleyelim: Ne görmek istiyorsak, ona göre davranalım. Zira sadece Gölcük Donanması'nda değil, bu dünyanın ötesinde de kayıtlar tutuluyor. Kayıtlar açılmaya başlanınca kim bilir hangi yüzler kızaracak?