Gölcük Donanma Komutanlığı’nda askeri istihbarat müdürünün odasında yapılan bir aramada on çuval gizli
belge ele geçirilmiş.
Basına yansıyan haberlerden bu evrak arasında Dursun Çiçek’in “kağıt parçasının” yazılması emrini veren bir amiralin ıslak imzası da var, iki
Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın
darbe fikrine sıcak bakmadıkları için sürgüne gönderileceklerine ilişkin belgeler de var.
Bu kadarına da pes doğrusu.
Ben değil, ulusalcı tezlere çok yakın duran Sayın
Can Ataklı bile televizyonda “artık ortada bir cunta falan var denemez, bu belgeler doğru ise, ordu, emir komuta zinciri içinde bir
darbe planı yapmış” diyebiliyor.
Gölcük’de, donanmada ele geçen dehşet belgeler bana geçen sene yaklaşık bu günlerde dönemin
Genelkurmay Başkanı Sayın
İlker Başbuğ’un Trabzon’da, bir firkateynden yaptığı konuşmayı hatırlattı; Sayın Başbuğ aynen şöyle demiş idi:”Son zamanlarda ifade ettiğimiz TSK’ya karşı yürütülmekte olan asimetrik
psikolojik harekata değinmek istiyorum. Bu konuya değinmeyi özellikle bugün TCG
Oruç Reis Fırkateyni’nde değinmemin özel bir anlamı vardır.”
Sayın Başbuğ’a katılmamak mümkün değil zira ortada gerçekten asimetrik bir harekat varmış, tankıyla, topuyla TSK silahsız sivillere karşı
eylem hazırlığı içinde imiş; bundan daha asimetrik, yani simetrik olmayan harekat mı olur?
Üstelik psikolojik falan da değil.
Gölcük’de ele geçen on çuval belgeyi işittiğimde, ne yalan söyleyeyim, ilk aklıma gelen imge Trabzon’da, firkateynde bu çuvalların üzerine çıkmış konuşma yapan Başbuğ oldu; imge imgedir, başıma üşüştürenler utansın.
Anlaşılan bizim asker 2003-2004 senelerinde ciddi ciddi bir darbe hazırlığı içine girmiş, dönemin
Genelkurmay Başkanı’nın muhalefeti, uluslararası konjonktür nedenleriyle fiiliyata geçirememiş ama içten içe bu pis işe emir-komuta zinciri dahilinde, en azından plan aşamasında, devam etmiş.
Bu aşamada da aklıma başka bir konu takıldı.
Geçtiğimiz hafta
Cuma günü çinli
muhalif yazar Liu Xiaobo
Nobel barış
ödülünü aldı; aldı diyorum ama aslında alamadı, çünkü kendisi Çin’de hapiste, yakınları da ülkeden çıkamıyorlar, Nobel koltuğu boş kaldı.
Çin Hükümeti de alternatif bir Konfiçyüs ödülü ihdas etti.
Bizde de herkes bu duruma tepkili; Çin Hükümeti ise batılı çevreleri Çin Komünist Partisi’ne batılı değerleri dayatmaya çalışmakla suçluyor.
2006 senesinde de ilk kez bir
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı yazar, Sayın
Orhan Pamuk, Nobel
Edebiyat Ödülü’nü aldı.
Şayet bizim asker 2003 ya da 2004 senesinde darbe yapmayı becerebilse idi, 2006 senesinde muhtemelen
İsveç Akademisi Nobel ödülünü yine Orhan Pamuk’a verir idi herhalde.
Ve yine muhtemelen Orhan Pamuk Türkiye’de bir yerde, en iyi ihtimalle, hapiste olurdu.
Ve bu kez muhtemelen değil, mutlaka, ödülünü almaya gidemez, ailesinden kimseyi de göndermezler idi; Nobel koltuğu yine boş kalır idi.
Darbeyi yapan askeri konsey de yine muhtemelen İsveç Akademisi’ni, batıyı Türkiye’nin iç işlerine karışmakla, hainlere Nobel vermekle, provokasyonla suçlardı.
Ve yine muhtemelen bizim
darbeci askeri konsey de alternatif bir
ödül töreni ihdas ederdi.
Ödülü kime verirlerdi kestiremiyorum ama ödülün adının ne olacağı üç aşağı, beş yukarı belli.
Nasıl bir
manzara, nasıl bir benzerlik değil mi?
Bizim asker içinde de zaten Çin aşığı çok sayıda generalin varlığı malum.
Nasıl bir uçurumun kenarından dönmüşüz değil mi?
İşin en acı tarafı da bu uçurumu hayal eden on binlerce sözde çağdaşın varlığını bilmem.