Halka saygı


İstanbul'da bir "ticari araç" almak isterseniz karşınıza inanılmaz rakamlar çıkar. Ticari taksilerin ayrı bir "peştamallığı" vardır, minibüslerin (hatlarına göre) farklı peştamallıkları, halk otobüslerinin farklı peştamallıkları vardır. Eğer bir punduna getirir ve bu ticari araçlardan birinin sahibi olursanız artık sırtınız yere gelmez. Hem sadece sizin değil yedi sülalenize yetecek bir kaynak bulmuş olursunuz. Ticari taksi devir bedelleri bir ara 1 trilyona ulaşmıştı. Fakat araç sayı biraz artırılınca düşmüş. Ayrıca taksi ücretleri öylesine yükseldi ki; her semtte korsan taksiler türedi. Taksici esnafı haklı olarak tepki duyuyor ama nedense (!) bunlara pek ilişen olmuyor. Aslında; küçük kent ve kasabalarda taksi ücretleri büyük kentlerden çok daha yüksektir. Ancak bunun da kendince nedenleri var. Çok değerli arkadaşım Tınaz Titiz, Özal dönemindeki bakanlığı sırasında; ticari taksilerle ilgili "plaka sınırlamasını" ortadan kaldırmaya niyetlenmişti. Ancak başaramadı. "Plaka ağaları" öyle bir propagandaya giriştiler ki Tınaz Titiz de aciz kaldı. İstanbul'da aynı sokağa yan yana 15 bakkal dükkânı açabilirsiniz. Herhangi bir kısıtlama yoktur. Ancak ticari taksi sayısını artırmak isterseniz kıyamet kopar... "Ekmek paramız..." Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx "Hatlı" minibüs ve otobüslerde devir bedelleri çok daha yüksek. Ne derece uyduruk bilemiyorum ama 5-6 trilyonlara kadar çıkan rakamlardan söz ediliyor. İnsan düşünmeden edemiyor. Bir ticari araca acaba neden fabrika çıkış fiyatının 10 katı, 15 katı para veriliyor? Bunun doğal olarak tek yanıtı var. Satın alınan malın getirisi fazla. Bir bakın minibüslere, halk otobüslerine. Almaları gereken yolcu sayısının neredeyse iki katı yolcuyla gidiyorlar. Amerikalılar'ın "rush hour" dedikleri sabah ve akşam saatlerinde buna göz yumulabilir. Yağmurda, çamurda insanları sokakta bırakmamak gerek. Fakat bu araçlar günün her saatinde böyle gidiyorlar. Ve vasıtalarının tepeleme dolmasına kadar bekliyorlar. Bilebildiğim kadarıyla Avrupa ülkelerinin hiçbirinde; "toplu taşıma" özel kişilere bırakılmaz. Bunu kamu kuruluşları yapar. Ve bu nedenle insanlar; "insan gibi" gider gelirler. Vasıtalarına binerler; biletlerini alırlar ya da paralarını kumbaraya atarlar, yerlerine otururlar ve kimi zaman kitap ya da gazetelerini açarak okumaya başlarlar. Bu sorunun çözümü, vasıta sayısını artırmakta yatıyor. "Peki ama trafik" demeyin. Kendi tabirleriyle "yolcu kapmaya" çalışan minibüs ve halk otobüslerinin trafiğe vurduğu darbe araç sayınsın artmasının vuracağı darbeden çok daha fazladır. Xxxxxxxxxxxxxxxxx Bazı şeyleri taşeron firmalara devretmek bence çok yanlış bir şey. Elbette taşerona devredilebilecek şeyler vardır ama bunların da iyi denetlenmesi gerekir. İstanbul'da; temizlik işçileri üst üste toplu sözleşmelerle öyle bir konuma gelmişler ki; vasıfsız ve çoğu kez eğitimsiz bir temizlik işçisi bir üniversite profesöründen çok maaş alır olmuştu. Tabii bu durumda pek çok ilçe belediyesi temizlik işlerini taşeron firmalara devrettiler. Ancak bu kez de ciddi bir emek istismarı ortaya çıktı. Herhangi bir güvenceden yoksun taşeron firma çalışanları, gerek çalışma koşulları ve gerekse çalışma saatleri açısından insanlık dışı koşullar altına sürüklendiler. Kapının dışında milyonlarca işsiz dururken yapabilecekleri fazla bir şey de yoktu. Adama kapıyı gösteriverirlerdi. Fakat ortaya garip durumlar da çıkmaya başladı. Taşeron firma yöneticileri kendilerince "tasarruf sağlamak" için vatandaşı zorlamaya başladılar. Fatih'in genç ve dinamik Belediye Başkanı Mustafa Demir'i çok beğendiğim, sevgi ve saygı duyduğum için yıpratmak istemiyorum ama bizim mahalledeki temizlik işçilerinin neden olduğu "gürültü kirliliği" artık dayanılmaz bir hale geldi. Gürültü kirliliği; sadece Boğaz kıyısındaki eğlence yerlerindeki müzik sesi değildir. Fatih'in ara sokaklarındaki temizlik işçilerinin yol açtığı kirlilik bazen çok daha beter oluyor. Daha önce Sayın Başkan'ı rahatsız ederek sıkıntımı aktardım. Meşgul olacağını söyledi ve kamyonların gece yarsından sonraki "temizlik" (!) eylemleri sonra erdi. Ancak bu huzur birkaç ay sürdü. Kasım sonlarında aynı şey yeniden başladı. Üşenmedim not aldım. 28 Kasım Pazar saat 01.15'te; 29 Kasım Pazartesi saat 02.15'te; 30 Kasım Salı saat 01.35'te; 4 Aralık Cumartesi saat 03.05'te temizlik işçileri ve kamyonları görev başındaydı. (!) Diğer günler kaçta geldiler bilmiyorum. Çöp konteynerlerini boşaltırken ve yerlerine koyarken ortaya çıkan gürültü yetmezmiş gibi; bir de kendi aralarında bağrışarak konuşuyorlardı. Zaten başka türlü o gürültü arasında seslerini duyuramazlardı. Son "mahalle toplantısında" bir kez daha söz verdiler. Böyle saygısızlık olur mu? Bunun çaresi yok mu? Sesimizi duyurmak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne mi başvurmamız gerekiyor? Belediye bir taşerona laf geçiremiyor mu?

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER