Önce
WikiLeaks...
Türkiye’de
Taraf’ın, dünyada ise WikiLeaks’in gerçekleştirdiği öyle böyle bir sarsıntı değil, tam bir devrimdir.
“Sıradan”, “
küçük” insanların devrimi.
Türkiye’de Taraf ülkeye geri alınamayacak bir bi
linç sıçraması yaptırdıysa, Assange’lı WikiLeaks de dünyayı sarsıyor.
Panopticon
mimarisini esas alan tahakkümcü ulus-devlet modeli temelinden çatırdıyor.
Nedir Panopticon?
Britanyalı filozof Jeremy Bentham’ın
hapishane tasarımıdır. Ancak, Panopticon’un mimari bir tasarımı fersah fersah aşan fikrî potansiyeli hemen keşfedilmiştir.
Ulus-devletin halkı tahakküm altına alma teknolojisine dönüşmüştür.
Dairesel bir varoluş alanı, merkezde
iktidar aygıtı zifiri bir karanlığa gömülmüştür.
Merkezin etrafındaki hücreler ise sürekli güçlü ışık altındadır. Merkezdeki karanlıkta sizi, tüm mahremiyetinizle izleyen bir görevli vardır. Siz bu izlenme durumuna öyle alışırsınız ki, iktidarı içselleştirir, özgürlüğünüzü kendiniz iktidara teslim edersiniz.
Zaten iktidar 24 saat karanlık merkeze bir görevli koymaz bile. Sistem saat gibi çalışır.
Taraf ve WikiLeaks işte o merkeze ışık düşürdü. Ama daha önemlisi, her bir dünyalı
sivilin güçlü devletlerin, çokuluslu şirketlerin, istihbarat örgütlerinin kozmik odasına sızmasının devri açıldı...
***
Polis şiddeti...
Numan Kurtulmuş, yeni partisinin kurucu üyeliği teklifini yaptığı konuşmamızda muhafazakârlık hakkında çok sarsıcı bir cümle sarf etmişti. Dedi ki, “Biz muhafazakâr değiliz. Neyi muhafaza edeceksiniz? Muhafaza etmek değil, değişimden yanayız...”
Doğru...
Polisin, Dolmabahçe’de rektörler toplantısı esnasında gerçekleşen kabul edilemez şiddeti konusunda başlayan tartışmaların hepsini aynı torbaya attığınızda ortaya herkesin iliğine işlemiş zelil bir muhafazakâr zihniyet hemen göze çarpıyor. Başbakan’ın polisin şiddetini, öğrencilerin niyetini okuyarak aklayan sözleri, gösteri, ifade,
isyan hakkını aşırı estetize ederek kullanılamaz hale getiriyor. İnsan haklarını,
hedef kitlenin kimliği ve niyeti ile ölçüp tartan bir merkez kayması...
Lakin yazarlar arasında paylaşılan aynı sıkışık zihniyet, polisin karnına attığı tekmeyle çocuğunu düşüren 19 yaşındaki kızın eleştirmesiyle billurlaştı. Sabah’tan
Emre Aköz ve Akşam’dan Oray Eğin’in “Hamileysen ne işin var orada” başlığı ile pişti olan yazıları, totaliter muhafazakârlığın dibine vuran bir
ortaklık içinde...
Bu soru, belki o kızın anne ve babasının, ya da çocuğunun babasının soracağı bir soru olabilir.
Ama size ne oluyor?
İsyan etme, gösteriye katılma, haykırma hakkının cetvelini kim teslim etti size! Başkaldırma bir risk alma işidir, bu riski alan kişiye kendi vicdanından başkası
hesap soramaz, buradan hareketle olayın vahameti açıklanamaz.
***
KESK’teki
taciz skandalı...
Bu taciz ve
tecavüz meselesi
aile içinde olduğu kadar, iş yaşamında o kadar yaygın ki! Son olarak KESK Genel Sekreteri Emir Ali Şimşek’in bir çalışanı taciz ettiği haberini en ayrıntılı biçimde bizim
gazete yaptı.
Bu iş hep aynı yolu izler, taciz veya tecavüz gerçekleştikten sonra
kurban ya susmak, ya da ciddi bir linç güruhunun tüm zelil saldırılarına karşın derdini anlatmaya çalışmak zorundadır.
Dün KESK eski Başkan’ı Sami
Evren kendini aklayan bir açıklama yaptı.
Elinden geleni yapmış, ama yetkisi olmadığı için Şimşek’i görevinden alamamış güya. Tacize uğrayan şahıs ise, kuruma zarar gelmesin diye olayın üzerinin kapatılmak istendiğini, sonra da kendisine
mobbing yapıldığını söylüyor.
Alın solcusu, sağcısı, Allahlısı Allahsızı herkesin paylaştığı zelil bir muhafazakârlık örneği daha...
Kol kırılır, yen içinde kalır, ataerkil tahkimli bir suç ortaklığı...
Öyle ki, Evren’in demesine göre KESK’in kadın sorunlarından sorumlu üyesi bile Şimşek’e sahip çıkmış. Yakın siyasi görüşleri paylaştıkları için...
KESK’e yakın
devrimci, solcu Birgün’de ise tıs yok, solcularımız ise KESK’in önünde
nöbet tutup, Birgün’e hesap soracaklarına, bu haberi niye yaptınız diye Taraf’ın santralini kilitliyorlar.
İkiyüzlü muhafazakârlar..
***
Patrikhane’nin sivil
Ermenilere
muhtırası...
5500 civarında sivil Ermeni vatandaşı temsilen “Patriğimi Seçmek İstiyorum İnisiyatifi”nin düzenlediği basın toplantısına Başepiskopos
Aram Ateşyan yedeğindeki Patrikhane’den bir muhtıra geldi. Süreci nasıl eline yüzüne bulaştırdığını dezenformasyon üreterek aklamaya çalışan bildirinin dili incelemeye değer.
Şöyle diyor muhtıra: “Bilindiği üzere, bazı çevreler huzur karşıtı tutumlarını sürdürerek kişileri, başta Patriklik Makamı olmak üzere kuruluşları ve tüm cemaati Devletimiz nezdinde, ayrıca iç ve dış kamuoyu önünde sıkıntıya sürüklemektedirler. Diğer yandan, basın toplantıları ile cemaatimizin iç sorunlarını asılsız ve keyfî iddialarla cemaat dışı çevrelere ve yargıya taşımalarının ne denli doğru bir davranış olduğu sorgulanmalıdır.”
Hep aynı muhafazakâr, tehditkâr dil. Korkuyu kışkırtıp, ifade özgürlüğünü linç etmeye yönelik klişeler... “İç sorunlar” vurgusuyla içe kapanmayı öğütleyen, Ermenilerin içinde yaşadıkları büyük toplumu v
e devleti “
Tehdit” unsuru olarak cemaatine fısıldayan, teba psikolojisini fiştekleyen bir muhafazakârlık durumu...
Dünya da, Türkiye de değişiyor. Panopticon’un karanlık merkezine ışık düşüyor. En azından kendi hayrınız için durumu daha iyi anlamaya çalışın.