Sovyet askerleri, 2
Mayıs 1945 sabahı Berlin’deki
Başbakanlık binasının kapısına
Kızıl Bayrağı çektiler. Nazi başkenti Sovyet,
Amerikan ve
İngiliz orduları tarafından işgal ediliyordu. 30 nisan günü
Hitler intihar etmiş, direniş zayıflamıştı.
Alman Dışişleri Bakanlığı da Sovyetler tarafından işgal edilmişti. Kısa bir süre sonra Sovyet diplomatları Berlin’e geldiler. Nazilerin diplomatik yazışmalarını kutulara koyup Moskova’ya götürdüler. Tabii ki bu arşivin açılmasıyla Nazilerin
Türkiye ile ilişkileri gün yüzüne çıktı. Milli Şef
İnönü’ye
soğuk terler döktüren ve ülkemizi çok partili siyasi hayata taşıyan diplomatik
kriz böyle başladı.
Aslında, işin evveliyatı dört yıl öncesine dayanıyordu. Nazi ordularının 22 Haziran 1941 tarihinde Sovyetler’e saldırmasıyla başlayan süreç Milli Şef İnönü ve arkadaşlarının umutlarını yeşertmişti. Nazi orduları Moskova’ya doğru ilerliyorlardı. Nasıl olsa güçlü
Alman ordusu Sovyet rejimini yıkacaktı. Sonra, Sovyet toprakları üzerinde Nazi rejimine bağlı kukla devletler kurulacaktı. Bu devletlerin başına Türkiye’ye yakın kişiler geçse iyi olmaz mıydı? Ankara’daki İttihatçıların “Turan” düşleri canlanmıştı. Alman saldırısından sadece iki hafta sonra Alman Elçisi Franz von Papen’in Berlin’e yazdığı
rapor şöyledir:
“Türk hükümet çevreleri, Almanların Rusya’daki başarıları açısından Türk-Rus sınırının ötesindeki ırkdaşlarının kaderine, özellikle de Azeri Türklerinin kaderine giderek artan bir ilgi göstermektedirler. Bu çevrelerde 1918 [yılında Bakû’nün işgali] olaylarını geri getirme ve bu bölgeyi, özellikle değerli Bakû petrol bölgesini ilhak eğilimi göze çarpmaktadır. Bu amaç için ... uzmanlar komitesi niteliğinde bir şey oluşturulmuştur. Bunun görevi gerek içerdeki
göçmenler arasında, gerekse yurtdışından özellikle de
İran Azerbeycanı’ndan Hazar’a kadar olan Türk nüfuslu bölgeleri yeni Türkiye’ye ilhak etmek üzere malzeme ve
taraftar toplamaktır.” (
SSCB Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’deki Alman Politikası: 1941-1943,
İstanbul, Havass Yayınları, 1977, s. 27)
Von Papen’in raporunda bu
komisyonun başına eski İttihatçılardan Yenibahçeli Şükrü Oğuz’un getirildiğini, ayrıca komisyon üyeleri içinde Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa ile Başkırt kökenli Zeki Velidî Togan, Mehmet
Emin Resulzâde gibi Turancı takımının bulunduğu anlatılıyor. Von Papen’e göre, komisyon ile hükümet arasındaki bağlantıyı da General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet kuruyordu. General Erkilet, tam bir Nazi hayranıydı. Alman yanlısı
Cumhuriyet gazetesinde savaş değerlendirmeleri yayımlanan General Erkilet, 1941 yılında Almanların Doğu cephesini ziyaret etmiş ve Hitler tarafından kabul edilmişti.
Ankara’da böyle “ince hesaplar” yapılırken, tabii Sovyetler de boş durmuyordu. Onlar da olup biteni izliyorlardı herhalde. Nazi ordusu 1943 yılı
ocak ayında Stalingrad’da yenilgiye uğratıldı. Sonra Milli Şef ve ekibi umutlarını Amerikalılara bağladılar. Artık mesele, Demokrasi Cephesi’nin lideri ABD’nin gözüne girmekti. Kızıl
Ordu Berlin’e ilerledikçe Ankara’nın telaşı artıyordu. Stalin bu işlerin hesabını sorabilirdi.
İlk olarak, 18 Mayıs 1944’de ırkçı ve Turancıların bir
komplo ile hükümeti devirme planları olduğu bir hükümet bildirisi ile açıklandı. Irkçı-Turancı kesimden 23 kişi tutuklandı. Milli Şef İnönü, Demokrasi Cephesi’nin gözüne girmek için o güne kadar beslediği Türkçüleri harcamıştı.
Türkçü kesimin yargılanması Sovyetler’i ikna etmemişti. SSCB
Dışişleri Bakanı Molotov, Berlin’in düşmesinden altı hafta önce, 19
Mart 1945’te Büyükelçi Selim Sarper’i makamına çağırıp 1925’te imzalanan Türk-Sovyet
Dostluk Antlaşması’nın süresinin uzatılmayacağını bildirdi. Kriz başlamıştı. Milli Şef İnönü,
19 Mayıs nutkunda
demokrasiye geçiş sinyalleri vermişti. 1
Aralık 1945’te DP’nin kurulacağı açıklandı.
Almanya teslim olduktan bir ay sonra
7 Haziran 1945’te Büyükelçi Sarper’i kabul eden Molotov, Boğazların statüsünün değişmesi gerektiğini, Montreux Antlaşması’nın eskidiğini ve
Kars-
Ardahan’ın SSCB’ye geri verilmesini istedi. Moskova’da birileri Alman belgelerini okuyordu! Stalin de 18 temmuzda Potsdam
Konferansı’nda Churchill’e Boğazlarda üs istediğini söyledi. Konferans bildirisinin 16. maddesi Montreux Antlaşması’nda değişiklik yapılması yönünde çıkmıştı. Churchill Türkiye’nin tarafını tutarken, ABD Başkanı Truman ise tarafsızdı.
4 Aralık 1945’te İstanbul’da bir miting düzenlendi ve Rus yanlısı olduğu iddiasıyla Tan Gazetesi tahrip edildi. Cevap gecikmedi: 20 Aralık 1945’te Pravda’da yayımlanan makalede “Gürcü halkının Ardahan,
Artvin, Oltu,
Tortum,
Bayburt,
Gümüşhane ve Trabzon’dan hiçbir zaman vazgeçmediği” anlatılıyordu! Ayrıca, Montreux Antlaşması’nın tadili hakkında Amerikan ve İngiliz notaları Ankara’ya ulaşmıştı.
Nihayet,
12 Mart 1947’de Truman Doktrini açıklandı. Artık Soğuk
Savaş başlamıştı. Milli Şef İnönü derin bir nefes aldı. Hemen Amerikan yardımı için müracaat edildi. 1948’e gelindiğinde SSCB Dışişleri Bakanlığı, Alman arşivinden toparladığı belgeleri kitap olarak yayımladı. Amaç, Türkiye’yi Demokrasi Cephesi nezdinde utandırmaktı. Kamuoyunda kitabın etkisi
WikiLeaks gibi olmadı. Sadece siyasiler işin farkındaydı, fakat Alman belgelerini okuyan Sovyetler’in yarattığı kriz sayesinde Türkiye’nin demokrasiye geçiş süreci hızlanmıştı. Bakalım, WikiLeaks’in kısa ve uzun vadeli etkileri nasıl olacak?