Wikileaks'in sebep olduğu toz
duman arasında kimin ne söylediği tastamam anlaşılmıyor. Dolaylı anlatım yollarını deneyen birileri ise meseleyi operasyonel bir boyuta taşımak istiyor.
Hatta, zoraki benzeşimlerle hadiseye '
psikolojik harp' boyutu katanlara da rastlanıyor. Üstelik bütün bu karmaşık işler diplomaside,
siyasette ve medyada yaşanıyor. Yapılan bazı yorumların, ortaya konan bazı analizlerin ne kadar yanlış olduğunu anlayabilmek için Wikileaks'e kaynaklık yapan
sistemi doğru resmetmek gerekiyor. Çünkü, o sistem anlaşılmadan, ortaya konan analizler ya yanlış bilgiye dayanır ya da maksatlı yönlendirmelere sebep olur.
Wikileaks, SIPRNet denilen
sanal bir ortamdaki bilgileri dünyaya duyurdu ve bu sızıntı büyük yankı uyandırdı. Çünkü SIPRNet,
Amerikan dışişleri ve
savunma birimlerinin ortak
haberleşme ağından oluşmakta. 3 milyon insanın bu platforma girebilme hakkı var. Şu ana kadar yayınlanan doküman içinde en çok dikkati çeken büyükelçilerin kaleme aldığı bilgi notları. Bunların neredeyse tamamı duyumlara, yorumlara ve izlenimlere dayanmakta. Yani, araştırılmış, ispatlanmış veya
belgelenmiş iddialar değil. Bir kısım dedikoduları bile paylaşmış diplomatlar. Sanırım bunların bir gün çarşaf çarşaf yayınlanabileceği akıllarına gelmemiş. Şimdi bir kısım bürokratlar mahcup bir eda ile hatasını telafi etmeye çalışıyor; ancak beyhude!
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, harika bir yorum yapmış ve diplomatlar tarafından geçilen notlar ve değerlendirmeler için şöyle demiş: "Diplomatların kendi değerlendirmeleri, gerçek olan var, abartı olan, yanlış olan var. O da diplomatların çapını gösterir."
Sayın Cumhurbaşkanı nezaketinden dolayı lafın tamamını söylememiş ama maksat belli: Yalan, yanlış, yakışıksız bilgi notlarıyla
ülke merkezlerine bilgi veren diplomatlara "çapsız" diyor. Çünkü yazılan notların kalitesi çapı belirliyorsa, çapsızlığı da ortaya koyuyor demektir ki doğru bir tespittir. Bu nedenle büyükelçiden büyükelçiye değişen bir grafikle karşı karşıyayız...
Aslında Wikileaks üzerine başlayan tartışmanın bizatihi kendisi de bir bakıma çap
ölçümüne yarıyor. Diplomasideki ölçüm, olayın intikali esnasında takınılan tavır nedeniyle siyasette de bir çap göstergesine dönüşüyor.
Mesela Wikileaks'e yansıyan bilgi notu (belge değil)
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı
İsviçre bankalarında sekiz gizli
hesap sahibi olmakla suçluyor. Bu iddiayı ispat edecek somut bir
delil var mı?
Hayır. Aşırı ulusalcı çevrelerin öteden beri dillendirdikleri ancak somut bilgi/belge meselesine gelindiğinde dut yemiş bülbüle döndükleri bayat bir konu bu.
Bu kez Wikileaks üzerinden açılınca Başbakan, "İsviçre'deki hesaplarımı ispatlamayan şerefsizdir!" deyiverdi. Haklıydı. Çünkü Wikileaks'te bilgiler belli bir mantıkla filtrelenmiş, takdim-tehir yapılmış, bazı isimlerin üstü kapatılmış, bazı isimler teşhir edilmiş... Üstelik 'top secret' denebilecek ve tarihin seyrini değiştirebilecek bir belgeye de rastlanmıyor. Buradaki duyum ve dedikodular esas alınarak oradan iç siyasete malzeme taşımak doğru bir strateji olamaz. Suçladığınız kişi, "İspatlamayan şerefsizdir!" deyince, "Bize ne kızıyorsun, git Amerikalılara kız" diye mukabele etmek bir çeşit kurnazlıktır. Vatandaşın bu tür
ucuz numaralara kanacağını sanmak Türkiye'nin yeni ufkunu anlamamak demektir. Dahası, basit bir
rant hesabıyla siyaset yapmanın
halk nezdinde de bir tür çap(sızlık) ölçümü olduğunu da unutmamak gerekiyor...
Medya için de aynı
kural geçerli. "Wikileaks'i önemseyelim, dikkate alalım!" demek başka bir şey; olaya, "Wikileaks tarihin seyrini değiştiriyor..." mantığıyla yaklaşmak başka bir şey.
Gazetecilik tecessüse dayanır. Komploculuk yapalım demiyorum; ancak unutmayalım ki birtakım kuşkulardan uzaklaşmanın tarihî bir hataya yol açacağı da muhakkak. Wikileaks'te yer alan bilgilerin belge özelliği taşımadığı çok açık. Bunu bile idrak edemeyenler var. Üstelik eldeki bilgilerin edit edildiği net bir biçimde görülüyor. Kritik konularla ilgili tek bir kelam edilmiyor ayrıca. Hal böyleyken, Wikileaks'in üzerine balıklama atlayanlar ya çok saf veya...
Meselenin bir de çarpıtıcı, yanıltıcı ve yanlış yönlendirici bir özelliği ortaya çıktı. Wikileaks dokümanlarıyla
Ergenekon davasındaki belgeleri birbirine karıştıran, birbirine benzeştiren bazı meslektaşlarımızın çektiği peşrev, gerçekten tarihe düşülecek önemli notlar arasına girmeli. Ergenekon örgütünün müdafaasını yapan meslektaşlarımızın unuttuğu gerçekleri hatırlamakta fayda var. Ergenekon adı verilen örgütün silahı var, bombası var, eylemleri var... Var oğlu var! Hukukî yollarla elde edilen bilgi ve belgeler nerede, sadece duyum ve izlenime dayanan bilgi notları nerede?
Allah insaf versin! Birisi
mahkeme salonunda ortaya konan delillerin davası; diğeri diplomatların sağdan soldan duyduğu dedikodu kazanı. Birinde plan ve teçhizatıyla darbecilik/cuntacılık yaparken suçüstü yakalanan bir örgüte rastlıyoruz; diğerinde laubali bir üslupla kaleme alınmış birtakım bilgi kırıntılarına. Wikileaks notları ile Ergenekon iddianamesini benzeştirenin ya derin bir bilgisizliği söz konusu ya da hukukî metinlerle diplomatik dedikoduları birbirinden ayıramayan çap meselesi
bahis mevzuu.
Aslında Wikileaks, belki de farkında olmayarak, çok hayırlı bir fotoğrafın ortaya çıkmasına vesile oldu. Hem, 'diplomatların çapı' ortaya çıktı; hem de onların yazdığı bilgi notlarını yorumlayanların ufku. Bundan sonrası tarihe ve kamu vicdanına emanet! Eminim orada çok daha çaplı değerlendirmeler yapılacak...
Gazeteci kitapları
Geçen hafta da bazı meslektaşlarımızın yeni yayınlanmış kitaplarını bu köşede duyurmuştum. Günlük tüketilen
gazete haberleri ve yazıları dışında, bu tür kitaplar tarihe bırakılan önemli birer
miras olarak anılmayı hak ediyorlar.
Gazetecilik mesleğinin belki de en
tatlı meyvelerinden birisi, uğraşılan alana dair birikimi ortaya koyabilecek böylesi kitaplardır. Mesela usta televizyoncu Gürkan Zengin'in, yıllardır takip ettiği, gezilerine katıldığı, görüşmeler yaptığı
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu anlatan kitabı "Hoca", bunun güzel bir örneği.
Gürkan Zengin, Hoca'nın çok az gündeme gelen akademisyen yönüne ışık tutuyor; bu arada dünyada ve Türkiye'de değişen dış
politika algısını, ülkeler arası dengeleri ve ilişki tarzlarını entelektüel bir biçimde yorumluyor.
Aksiyon Dergisi'ndeki kapsamlı
dosya haberleriyle tanıdığınız Zafer Özcan'ın "Arz Ederim" başlıklı kitabı da bu ay raflarda yerini aldı. 28
Şubat sürecinden bugüne, basının güç dengesini nasıl algıladığını ve değiştirdiğini inceliyor Özcan.
Yakın tarihi
okumak ve 'yeni medya' denilen şeyi anlamak için okumakta yarar var. Diğer yandan
Başbakanlık muhabirimiz
Erdal Şen'in 27 Mayıs'la ilgili yeni çalışması da çıktı. "
Yassıada'nın Sessiz Tanıkları", bir kısmını Zaman gazetesinde okuduğunuz röportajlardan oluşuyor ve 27 Mayıs'ın 'cehennemi' olarak adlandırılan Yassıada mahkemelerini, tanıkların gözünden aktarıyor. Tarihe düşülmüş önemli bir not...
Bu arada, 27 Mayıs'ın 50. yılında gazeteniz için oldukça iyi bir yazı dizisi hazırlayan Abdullah Kılıç'ın da çalışmasını kitaplaştırmasını
sabır(sızlık)la bekliyorum...
Son olarak uzman sıfatıyla birkaç yıldır gazete sütunlarında görmeye alıştığımız ve giriştiği polemiklerle gündemden düşmeyen
Önder Aytaç'ın iki kitabına değinmek istiyorum. "Hanefi
Avcı'nın Çenesi ve Paranoyaları", Aytaç'ın kendine has üslubu ile '
Hanefi Avcı fenomeni'ni ele alıyor.
Kitabın doğurduğu curcunayı ve Hanefi Avcı'nın söylemlerini değişik bir perspektiften okuma imkânı sunuyor. "Heron İhaneti"nde ise
Önder Aytaç, bütün bir ülkenin güvenliğini ilgilendiren oldukça kritik bir konuyu, sorumluları nezdinde irdeliyor.
Bilgi ve belgeler ışığında, Heron skandalının deşifresini yapıyor.