Yer:
Ankara, dönemin ABD Büyükelçiliği Siyasi İşler Bölümü Başkanının evi.
Vakit: Gece yarısı.
‘Ününü’ rahmetli Turgut Özal’a
iftira atmak, onu karalamakla kazanmış
gazetecilerden biriyle, ev sahibi köşeye çekilmiş, konyaklarını yudumluyor, purolarını tüttürüyorlar karşılıklı.
Gazeteci yemekleri yemiş, şarapları içmiş, konyağını zıkkımlanıyor; çakır keyif ki öyle böyle değil.
Sıra bu gecenin bedelini ödemeye geliyor:
“Biliyor musun, Özal’ın Amerika’da çiftliği var. Hem de yüz dönüm... Yok yok iki yüz elli dönüm...”
Adamın kulakları dikiliyor anında:
“Nerede bu
çiftlik?”
“Aaa... Şeyde... California’da... Yok yok... Oregon’da...”
Ertesi sabah gazetecinin fısıldadığı bu müthiş (!) istihbarat, kendi gazetesinde de haber olarak yayınlanıyor. Ama gazete daha bayilere düşmeden, Amerikalı bu istihbaratı Washington’a yollamış bile...
Tabi rahmetlinin ne çiftliği var Amerika’da ne de çubuğu.
Ama bu ‘bilgi’ ABD
Dışişleri arşivlerine girmiş, bir sonraki
seçimlerde muhalefetin Turgut Özal’ı karalamak için uygulayacağı propagandaya meze olacak... Tıpkı gelecek seçimlerde Erdoğan’ın, hayali hesaplarının olacağı gibi!
Şimdi gelelim
İsviçre’deki sekiz hesaba!
Kalıbımı basarım, nedenini kendisinin de bir türlü kestiremediği, nefret duygusu beynini mıncıklamış bir gazeteci bozuntusu, siyasi ya da üniversite
öğretim görevlisi, bunu ABD Büyükelçiliğinde ya da konsolosluklarından birinde çalışan bi görevliye, hem de ballandıra ballandıra anlatmıştır. O da doğrusuna eğrisine bakmadan döşenmiştir telgrafı!
“Biliyor musun, Erdoğan’ın İsviçre bankalarında hesabı var... Yok yok... Hesapları var... Hem de... Aaa... Şey... Sekiz tane!!”
“Yapma yahu!!”
“Evet... Sekiz ayrı hesabı var!”
Ve bu görevli, konuğunu yolcu eder etmez, telgrafı döşenmiştir Washington’a. Eğrisine doğrusuna bakmadan; araştırmaya gerek duymadan!
Türkiye meteliksiz gelip trilyoner olan nice siyasi gördü. Murat 124’le makama gelip
Mercedes 500’le ayrılanlara
tanık oldu. Her mal beyanında kilolarca altınının gittikçe arttığını fütursuzca açıklayanlara hayretten açılan gözlerle baktı. İsviçre’den Cayman Adalarına değin uzanan hesaplar zincirini izledi; seçim kaybettiği gün Boğaz’da en görkemli yalılara taşınanlara uzaktan bakıp başını salladı hüzünle.
Ama rahmetli Turgut Bey’in dışında hepsi
enkaz bıraktı ardında. Turgut Bey’in eserleriniyse Tayyip Bey daha da yukarılara taşıdı ve taşıyor. Ve tabi, suç işliyor! Çünkü, bizim ‘aydınımız’, olmazı olduranı değil, olmazın nasıl olamayacağını, ayrıntılarıyla anlatana alkış tutar!
Atasözüdür: Meyve veren
ağaç taşlanır!
Atasözüdür: İt ürür kervan yürür!
Türkiye’den insanlık dersi
İsrail’in
Hayfa kentinde 40 kadar kişinin ölümüne neden
yangının söndürülmesi amacıyla, Türkiye, yangın söndürme uçakları yolladı hemen.
Netanyahu da telefonla teşekkür etti Erdoğan’a. Türkiye’nin yaptığı insanlık görevidir. Eli darda olana, başı derde girene
yardım etmek bu milletin genlerinde vardır; tıpkı beş yüz yıl önce Kanuni’nin, Musevileri engizisyondan kurtarmak için donanmayı yollaması gibi. Ama Netanyahu bu yardım elini yanlış yorumlamamalı. Mavi
Marmara katliamı için resmen özür dilemediği sürece İsrail, ilişkiler eskisi gibi olamaz. Bunu Netanyahu’nun faşist Lieberman’a anlatması gerek!