CHP'nin iktidara taşınması için uygulanması gereken stratejinin temelinde 'yumuşak' bir Kemalizm'in yaratılması ve partinin sert ideolojili tabanının bu yeni 'çağdaşlığa' taşınması var.
Bunun anlamı Kemalizm'in toplumun önüne koymuş olduğu kırmızı çizgilerin de yumuşatılmasıdır. Örneğin askeri yargı konusunda bir grup başkan vekili tarafından verilen ilk tepkinin
vesayet yanlısı tonu, hemen ardından bir başka grup başkan vekilinden gelen aksi yöndeki mesajla dengelenmişti. Ancak bu iki başkan vekilinin demeçlerinin birbirini dışladığını sanmak pek doğru olmaz... Çünkü söz konusu iki demecin 'muhatabı' ve siyasi zemini farklı. Birincisi AKP'nin bir
sivil darbe peşinde olduğunu söylerken, ikincisi 'ideal olarak' CHP'nin çift başlı yargıya karşı olduğunu öne sürmekte. Bu
küçük örnek önümüzdeki dönem CHP'nin 'siyasi yüzünü' bizlere sunuyor... Yani bir yandan ilkesel doğrulara ve demokratik haklara sahip çıkan, ancak aynı anda da AKP'nin reformlarının siyaseten farklı bir doğrultuyu, yani İslami tahakkümü ima ettiğini vurgulayan bir söylem... Böylece kaba ve ilkel 'takiye' mantığından daha 'ince' bir taktiksel çizgiye gelinmiş oluyor. AKP'nin niyeti değil, siyaseti mahkûm edilmeye çalışılırken, CHP'nin de reformların ilkesel sahibi pozisyonuna devşirilmesi amaçlanıyor.
Bu mühendislik çabasının başarılı olabilmesinin temel koşulu güçlü bir medya desteği. Öte yandan medya yeni CHP pozisyonunu ve onun gerektirdiği stratejik tutumları beslese de esas
kavga, generallerin açığa alınması işleminde de gözüktüğü üzere, 'somut' reform adımları alanında olacak ve orada yalpalamanın maliyeti CHP için son derece ağır olabilir. Bu sonucu engellemenin bir yolu muhakkak ki partinin her alanda köklü bir ideolojik yüzleşme yaşamasıdır, ama hele seçimlere giderken, bunun pek de gerçekçi olmadığı açık... Dolayısıyla CHP'nin bir 'taşıyıcı meseleye' ihtiyacı var. Diğer bir deyişle, gündemi sürükleyecek, onu sürekli olarak söz sahibi yapacak ama taraf olmak zorunda da bırakmayacak bir meseleye... Çünkü taraf olmak ilkesel duruşu AKP karşıtlığından çıkarıp, gerçek tutumlara çekebilir ve bu da parti tabanında aranan müstakbel koalisyonu riske atar.
Bu 'taşıyıcı mesele'
Kürt meselesidir... Çözümü zor ve uzun sürecek olan, karmaşıklığından öte muğlak ve dolayısıyla da muğlaklığa izin veren bir sorun. Bu nedenle sol popülizmin ihtiyacına uygun bir toparlayıcı parti imgesini ve buna uygun bir jargonu Kürt meselesine ilişkin tartışmalarda üretmek mümkün. CHP/BDP işbirliğinin mantığı da bu imge ve jargon noktasında anlamlı. Bu iki partinin gerçekten de fazla yakın olamayacağını öngörebiliriz, ama asıl amaç zaten bunun 'olabilirliği' etrafında bir siyasi zeminin
psikolojik açıdan kotarılmasıdır.
Bu çabaların başarılı olup olmaması bir yana, CHP'yi gerçekten de daha özgürlükçü bir noktaya çekmesi mümkün. Ancak unutmamak gerek ki bu değişim her adımda bir zihniyetsel kaymayı da ifade edecek ve söz demokratik gözükse de zihniyetin demokrat olacağının bir garantisi yok. CHP'nin yeni genel sekreterinin de ima ettiği üzere, bu partinin demokratik söylemi bir kamuflaj gibi kullanma ihtimali çok daha yüksek. O durumda karşımıza çıkacak olan dışa karşı sol popülizmin sesi olan ama özünde giderek oportünist zihniyete kayan bir yapıdır.
Nitekim oportünizmin üç temel vasfının şimdiden CHP içinde yeşerdiği gözüküyor: Birincisi yüksek ahlaki kodların sahipliğini yapar gözükmek, 'doğru' pozisyonun jargonunu seslendirmek. İkincisi risk almamak, kendisini risk gerektirmeyen orta ve esnek pozisyonlarda tutmak. Üçüncüsü ise alttan alta otorite odaklarına yaranmak üzere, düzen koruyucu bir tavır sergilemek ve ideolojik olarak statükoyu konsolide etmek.
Maharet bunların her üçünün de aynı anda sergilenmesini ve deşifre olmamayı ima ediyor. Hem demokrat görünmek, hem de demokratlığa direnmek kolay iş değil... Hem proaktif olmak, hem de bu enerjiyi kendinizi riske atacak şekilde somutlaştırmamanız lazım. Çare enerji yoğunluğunu kendisine çekecek bir 'düşman' yaratmaktadır ve o düşman da bugün zaten var! Kısacası CHP'deki oportünist siyasetin temel aracı AKP düşmanlığını siyasallaştırması olacaktır.
Baykal da bunu yapmıştı, ama sert laik kimliğe yaslanarak. Şimdi farklı olan, yumuşak Kemalizm'i yeni bir 'çağdaş
laiklik' etrafında toplamaktır. Bu da bizi yeniden medya desteğine getiriyor...