Bu
belgeler günümüzün tarihine ait. O yüzden tarihî bir belge nasıl okunuyorsa öyle okunmalı. Acele etmeden, sükûnetle, karşılaştırmalar yaparak ve kritik ederek.
Türkiye'deki ilk şok dalgası belge
okuma ve yorumlama konusunda hazırlıklı olmadığımızı gösterdi. Daha işin başındayız. Dalgalar halinde önümüze dağlar gibi belgelerin yığılacağı anlaşılıyor. Demek ki önce belge kritiği konusunda kendimizi geliştirmemiz lâzım.
En önemli kısım somut bilgiler.
Gazeteci standartlarına uygun 5N 1K'lık sonuçlara ulaşmadan, kestirme hükümlere varmak hüküm sahibini zor durumda bırakabilir. Meselâ
CHP liderinin belgelerden sağdığı '
İsviçre hesapları', dönüp kendisini vurabilir. Devlet Bahçeli'nin ihtiyatlı yaklaşımı, MHP kurmaylarının belge kritiğine vâkıf olduğunu gösteriyor.
Londra'da
İngiliz arşivlerinde yaklaşık bir yıl süre ile bu tür belgeler üzerinde çalıştım. Diplomatların, bilhassa Anglo-Sakson geleneğinin
rapor düzenleme standartları değişmemiş. Günümüzün Amerikalı diplomat raporları ile 150 yıl önceki İngiliz raporları arasında tek fark, dedikoduların aktüalitesinin farklılığı. Aslında, bu tür raporların çok daha kapsamlıları olan
Osmanlı Sefaretnameleri, akla gelebilecek her türlü bilgiyi ve keskin gözlemleri içeriyor. Benim Foreign Office'te 180 yıl öncesine ait belgeler arasında cevabını aradığım sorulardan biri, 1839 Tanzimat Fermanı'nda İngilizlerin payı idi. Sonrasında yazılan hatıratlardan yola çıkarak, bu fermanın İngiliz imali olduğu yolunda bir kanaat oluşmuştu. Halbuki İngiliz Hariciyesi'nin, Reşid Paşa'nın hazırlığından sadece bir hafta önce haberinin olduğu ve bu haberi de bizzat Osmanlı hariciyesinin resmen verdiği, belgelerden anlaşılıyordu.
Elçilik raporları,
politika belirlemek ve karar vermek için toplanan bilgilerden oluşuyor. Sağda solda rastlanan her türlü bilgi kırıntısının bu raporlara dahil edilmesi
doğal. Bu bilgilerin benzerlerinin
gazete sayfalarında da yer aldığını unutmayalım. Tek farkı, doğrulanmaya ihtiyacının olmaması ve bir
tazminat davası riski ile karşılaşmaması. Daha yukarıda birileri bu farklı raporları bir araya getirerek, uzman süzgecinden geçirerek gerçek durumu resmetmeye çalışıyor. Bizler bu belgelerle
Amerikan hariciyesinin
beyin kıvrımlarında dolaşan tilkileri tanımış oluyoruz.
Yine bu belgeleri kritik ederken nereden ve hangi süzgeçten geçerek bize ulaştığını hatırlamamız lâzım. Belgeler, Amerikan hariciyesinin kullandığı bilgi paylaşım sisteminden sızmış. Sızdıran sadece rütbesiz bir asker. Bu paylaşım sisteminde yer alan belgeler, çok yüksek düzeyli
gizli belgeler değil; herkes tarafından okunan 'secret' ve 'confidential' belgeler. Wikileaks belgeleri ele geçirince Amerikan Devleti ile ve altı büyük gazete ile pazarlığa oturuyor. Belgeler 'güvenlik' endişesi ile elden geçiriliyor ve ayıklanıyor. Bazı isimler gizleniyor. Sonunda elimizde esaslı bir şekilde karşılaştırma yapılması ve kritik edilmesi gereken bir kamyon dolusu belge kalıyor.
Bu belgelerde çok önemli, çok hayatî bilgiler var. Ama hiçbiri rafine değil. Elçilik görevlisi o günün politik havasını yansıtmak için sağda solda dinlediklerini naklediyor. Dinledikleri bilgi değil, dedikodu. Bir dedikodu bir belgeye girerse, sadece belgeye girmiş dedikodu olur. Bilgi farklı bir şey. Millî Savunma Bakanı'nın
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu hakkında 'tehlikeli' demesi, bir dedikodudan ibaret. Başka kaynaklarla doğrulandığı zaman bu bilginin
kabine içinde bir soruna dönüşmesi mümkün olabilir. Doğrudan diplomatik sorun teşkil eden iddialar da öyle: Türkiye'nin
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide bağlantısı iddiası, İran'a
silah satışı gibi.
Ancak asıl önemli olan husus, bu belgelerin ABD'nin vâkıf olduğu bilgileri göstermesi değil. Amerikalılar ne tür bilgiler topluyor, neleri önemsiyor, kimlerle
işbirliği yapıyor, kimlerin kuyusunu kazıyor ve neyin peşine düşüyorlar? Bu belgeleri öncelikli olarak Amerikan diplomasisini anlamak için okumalıyız. Hemen ilk başta çıkan en önemli sonuç: Laik-ulusalcılarla Amerikalıların söylemleri nasıl da birbirine benziyor; öyle değil mi?