Korkunç
WikiLeaks depremi artçı sarsıntılarla daha nasıl olsa devam edip gidecek.
Amerika’nın diplomatik güvenilirliğini sıfırlayan, bu yüzden Washington’un
Türkiye dahil dünyayla ilişkilerini gerip istikrarsızlaştırabilecek bu heyecanlı konuya bir günlük ara verilebilir.
Bugün
futbol ağır basıyor.
Benim Avrupa’daki
takımım
Barcelona’nın, kısa adıyla Barça’nın oynadığı futbolu yazmak istiyorum bugün.
Klasik deyişle:
Eğer Barça’nın oynadığı futbolsa, bizimkinin adı nedir?.. Ya da bizim her hafta bu ülkede seyrettiğimize futbol deniyorsa, acaba Barça’lı topçuların oynadığı ne olabilir ki?..
Dünya futbolunun en büyük derbisi sayılan ve
El Clasico diye anılan Barcelona-
Real Madrid maçından söz ediyorum.
Daha doğrusu, Barça’nın
pazartesi akşamı ‘Beyaz Şimşekler’i, yani
Real Madrid’i 5-0’lık bir skorla ezerek, darmadağın ederek yendiği maçı seyrederken bu kez “İyi ki futbol var!” demedim.
“İyi ki Barça var!” dedim.
Bunca yıldır futbol seyrediyorum. Geçen yıl Madrid’de, yine Barça’nın Real Madrid’i 2-0 yendiği derbiyi de Bernabeau stadında seyretmiştim.
Ama bu seferki farklıydı.
Koca Real Madrid ezildi.
Barça, top göstermedi Real Madrid’e. Cristiano Ronaldo’lar, Mesut Özil’ler doğru dürüst top yüzü göremediler Nou Camp’ta...
Barça’nın top hâkimiyeti bir süre yüzde 70’lere kadar çıktı. Real Madrid’in büyük topçularının neredeyse uzun süre ayaklarına top değmedi.
İspanyol milli takımının da çekirdeğini oluşturan Barça’lılar, gerçekten sihirli ayaklarıyla maç boyunca 700 pas yaparken, Real Madrid bunun yarısına bile ulaşamadı.
Akıl alır gibi değildi.
Böylesine baş döndürücü bir pas trafiğine olağanüstü bir tempoyla erişmek hakikaten
akıl alır gibi değildi.
Barça bir bütün olarak
savunma, bir bütün olarak hücum yapıyordu.
Bütün sahayı pres altında tutuyordu. Bir makineden körük gibi açılıp kapanıyor, sahayı bir yelpaze bütünlüğüyle kaplıyordu.
Pasını atan, yine topu en iyi nerede alabilecekse derhal oraya koşuyor, kendini Real’lilere kaybettiriyordu.
Xavi’si, İniesta’sı...
Hele
Messi’si...
Bu sihirbazlar, bu mega-starlar topu ayaklarına aldıkları anda, top sanki ayaklarının arasında kayboluveriyordu.
Aynen öyle.
Real Madrid savunmasının
Pepe, Carvalho,
Ramos, Marcelo gibi büyük büyük isimleri ise Barça’nın ayağındaki topu göremiyorlardı.
Göremedikçe de Ronalda, Ramos gibi şımarık yıldızlar çılgınlaşıyor, sarı kartlar, kırmızı kartlar havada uçuşuyordu.
Ve o anda Messi sahneye çıkıyor, topu savunmanın arasına veya arkasına yumuşacık atıveriyordu, David Villa’nın ya da Pedro’nun önüne...
Onlar da aynı yumuşaklıkta vuruveriyorlardı, hem Real Madrid’in, hem milli takımın kaptanı Cassillas’ın kalesine...
5 şahane gol!
Kedi fareyle oynar gibi örülen organizasyonlarla atıldı bütün goller...
Gol kokuyor, gol geliyor dedirterek üretilen pozisyonları heyecan içinde seyretmek, neredeyse trans halinde izlemek bir futbolsever olarak beni mest etti. Hadi
itiraf edeyim, bir ara gözlerim bile doldu.
Bu arada saha kenarında, Real Madrid kulübesindeki
Jose Mourinho’nun üstünden gözümü hiç eksik etmedim. Bu büyük futbol adamı, mağrur Mourinho, takımının yediği her golden sonra kulübede, oturduğu yerde küçüldükçe küçülüyordu.
Oysa, daha geçen baharda
İtalya şampiyonu İnter’in başındayken, Barça’yı Şampiyon Kulüpler’de fena halde saf dışı bırakmıştı. Şimdi ise yeni takımı Real Madrid sahada parçalanıyordu Barça tarafından...
Mourinho maç sonrası ne diyecekti?
Bunu merak ettim.
Bazen çok küstah olabilen
Jose Mourinho, mükemmel oynayan bir takım karşısında çok kötü oynadıklarını, yenilgiyi hak ettiklerini söylerken rakibinin üstünlüğünü teslim etti.
Bu hoşuma gitti.
Ama beni asıl sevindiren ve Türkiye’de futbol adına da düşündüren açıklamayı Barça’nın
genç ve de çok başarılı
teknik direktörü Pep
Guardiola yaptı.
Özetle dedi ki:
“Bu maçı bizi bugünlere getiren hocalarımızdan Johan Cruyff‘a (Hollandalı büyük futbol adamı) armağan ediyorum. Bugün oynadığımız futbol 15 yıllık bir çalışmanın ürünüdür.”
15 yıllık bir çalışma...
İspanyol futbolunun, daha doğrusu Barça’nın bugünlere gelmesinde Cruyff gibi Hollandalı birkaç büyük futbol adamının arasında örneğin Galatasaray’ın hocası Frank
Rijkaard da bir rol almıştı.
Gelin, bir de bu pencereden Türk futboluna bakın, bugün perişanları oynayan Galatasaray’a, bizim Cimbom’a bakın.
Kaç yıl dayanabiliyoruz?
Bir sistemi kurmak ve altyapısını oluşturmak için kaç yıl sebat edebiliyoruz?
Düşünün lütfen.
Sonra da Barça’yı görünce de, bizim seyrettiğimiz de futbol mu diye hayal kırıklığına uğruyoruz.
Bize de yazık!