BERLİN
Uzun bir
Berlin gecesi...
PKK’nin kurucu, çekirdek kadrosundan. 1956 doğumlu.
‘
Kürtlük’le belki de ilk tanışması 1970’lerin başında olur.
Amerika, Tahran’la Bağdat’ı uzlaştırıp Molla Mustafa Barzani‘yi yarı yolda bırakınca,
gazete manşetlerinde gördüğü Kürt sözcüğü kendi iç dünyasında çakan bir ilk kıvılcımdır.
1976’da
Hacettepe Üniversitesi’ni kazanıp Ankara’ya gelir ama okumak niyetiyle değil.
Apo adını duymuştur.
Cebeci’de, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin karşısındaki bir fotoğrafçıdan Abdullah
Öcalan’ı nerede bulabileceğini öğrenir. SBF yurduna gelir, Apo’yla tanışır.
Çok heyecanlanır.
Yoksul Kürt köylülerinin hallerini, “Kürdistan’da devrim”e ilişkin fikirlerini anlatır. Öcalan, “Bizim istediğimiz adamsın” der.
PKK’nin çekirdek, ‘kurucu kadrosu’na böylece katılır.
Siverek’te Bucaklar’la hesaplaşma derken 12
Eylül öncesi yakalanır. Kürtçülük’ten, bölücülükten idam cezasıyla noktalanan mahkumiyetle birlikte
Diyarbakır Askeri
Cezaevi cehennemi ile tanışır.
Orada yaşadıklarını anlatırken, sanki olağan şeylermiş gibi anlatıyor, yüzünde en ufak bir kıpırtı olmaksızın, gayet sakin bir üslupla...
21 yıl
hapis yatar.
Kesintisiz 21 yıl.
Diyarbakır’dan başlar,
Amasya,
Eskişehir, Bursa’yla devam eder. Demir parmaklık arkasındayken PKK’nin
yönetici çekirdeği içinde olmayı sürdürür.
Birlikte yıllar boyu hapis yattıkları
Sabri Ok’la 1990’ların sonlarında devletle, askerle PKK arasındaki gizli görüşmeleri yürütürler.
Kendileriyle görüşen subayların konuya gayet iyi
vakıf olmaları dikkatini çeker. Bu arada tabii askerin bilgisi dahilinde, cep telefonları aracılığıyla cezaevinden haberleşirler dağla, kendi deyişiyle ‘Önderlik’le...
2000’lerin başında hapisten çıkarlar.
Sabri Ok askere gider.
Kendisi memleketine, Siverek’e gitmez, ne olur ne olmaz diye... 1978’de ayrıldığı Ankara’ya gider, Cebeci’ye, Mülkiye ve Hukuk Fakültesi’ne uğrar.
Apo’yla tanıştığı, PKK’nin kurucu kadrosuna katıldığı yılları andıktan sonra Almanya’ya atar kapağı. Yine Sabri Ok’la buluşurlar, PKK’nin Avrupa’daki çekirdek kadrosu içinde...
Almanya’da da bir süre hapisliği vardır. Bugün bile düzenli aralıklarla gidip
imza vermesi gerekir karakola...
Saklamıyor, onda da iyimser beklentiler oluşmuş barış konusunda.
Ama Ak Parti’ye güvenemiyor.
CHP’nin Baykal’dan kurtulmuş olmasını barış açısından hayırlı bir gelişme olarak görüyor. Kılıçdaroğlu’nun dilini ve
Kürt sorunu konusundaki tutumunu -bazı kuşkuları olmakla birlikte- olumlu karşılıyor.
Fethullahçı hareketi sert bir dille eleştiriyor.
Devletle, askerle Ak Parti hükümeti tahlilleri ilginç. Devleti, hükümete göre barışa daha yatkın gören bir bakış açısı... Öcalan’ın avukatları aracılığıyla İmralı’dan yaptığı tahliller gibi...
Barış konusunda uluslararası konjonktürün iyi olduğunu, Ak Parti hükümetinin,
Başbakan Erdoğan’ın biraz daha cesur olması gerektiğini belirtiyor.
Bugünlerde dağdan
silah seslerinin pek duyulmadığını, operasyonlardan da fazla ses seda gelmediğini olumlu gelişmeler olarak söylüyor.
Şu cümlelerinin altını özellikle çiziyorum:
“Biz yaşadığımız bütün acılara rağmen Türklere yine iyi bakmaya devam ediyoruz. İçimizde kin, nefret duyguları yok. Bunları çoktan aştık. Çünkü bizler yıllar yılı birlikte yaşadık Türklerle... Ama bizden sonra gelen kuşaklar bizden bayağı farklı... Onlarda, iç dünyalarında bir kopuş var Türklere karşı... Ve unutmayın, bizler, yani kurucu kadrolar olarak hâlâ direksiyondayız, etkimizi sürdürüyoruz. Barış için bir şanstır bu.”
Bu sözlerin sahibi
Muzaffer Ayata.
Barışı içtenlikle isteyen herkesin bu sözlere
kulak vermesinde yarar var.