Özenli, zarif, dost okurlar uyarmasa doğrusu farkında değildim. Meğerse star’da ilk yazım 20
Kasım 2006’da çıkmış. Demek ki bir gün ara vermeden 4 yıldır star’da yazıyorum.
Yirmi yıl Sabah’tan sonra dört yıl da star’da geçti.
Hürriyet,
Cumhuriyet,
Güneş, Söz... Kısacası daha da öncesini bir yana koymam halinde bile dolu dolu çeyrek asır...
Refi Cevat Ulunay’dan Refik Halit’e, Nadir Nadi’den Abdi İpekçi’ye uzanan geniş bir yazarlar yelpazesini tanıma şansına erişmiş bir çocukluk ve
gençlik döneminin bende bıraktığı izlere kendi tecrübelerimi de ekleyerek geçmişten bugüne bakınca gördüğüm o ki yazı ve
gazete dünyaları epeydir eski zarafeti ve derinliğini kaybetti.
***
Şimdilerde gördüğüm ise...
Dubaracı bir haset, torbacıları aratmayan el ve ayak oyunları, beceriksizliği ve başarısızlığı mavracılıkla örtme kurnazlığı, kısacası rendelenmemiş bir hışırlık.
Nasıl yorumlamalı?
Eskilerden bakarsanız çukurlaşma...
Bugünlerden bakarsanız
demokratikleşme...
Aslında her ikisi birden... Çünkü zulmedilmiş yığınlar sahneye girince, aristokratik bir incelik de aramamak gerekir.
***
Baksanıza...
İstanbul Üniversitesi’nde çeyrek asırdır
koyun koyuna yaşadığımız 454 yaşındaki gönül komşum
Süleymaniye’nin başına gelenlere...
Orada da yanlış malzeme kullanımları, zamanla özgün malzemede olumsuz etkilere yol açmış... Bırakın daha niteliklisini başarmayı, 454 yıl öncesini yakalayamıyoruz.
Neyse ki...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da bayram namazını kıldığı Süleymaniye Camii’nde üç yıllık yeni
restorasyon dönemi nihayet bitti...
“Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca,
ilahi yapıya.”
***
Süleymaniye’deki tek çarpıklık kullanılan malzeme mi?
1863 yılında, ilk
yükseköğretim kurumu olarak bugünkü
İstanbul Üniversitesi açılınca Süleymaniye
bölgesi de üst düzey yöneticilerin yerleştiği elit bir yer olmuş...
Zaten... Bölgenin geleneksel
mimari dokusunu oluşturan ahşap binalar hep bu dönemde yapılmış... Genellikle 19. yüzyıla ait yapılar...
Üstelik...
Süleymaniye,
Bizans İmparatorluk Sarayı’nın yer aldığı bir bölge olduğu için
Osmanlı’dan önce de önemli bir semt... Valens Su Kemerleri ve Kalenderhane Camii Bizans döneminden bize yadigâr...
***
Peki ya şimdi?
Süleymaniye “geleneksel mimarinin önemli eserleri” yanında “Osmanlı Türk mahallesinin en büyük özelliği olan organik ve fonksiyonel yerleşim düzeni” nedeniyle 1977 yılında “SİT alanı” ilân edildi...
Süleymaniye, Demirtaş, Hoca Giyaseddin, Hoca
Kadın, Molla Hüsrev ve Kalenderhane koruma altına alınan mahalleler... 40 hektarlık bir alan...
Ama gel zaman git zaman, 1977 yılında eski eser sayısı iki bin civarındayken, bugün iki yüze gerilemiş...
Kısacası... Yoğun bir imalat, depolama,
küçük sanayi,
araç trafiği baskısı altında yıpranmaya devam eden canım Süleymaniye kimliğini yitirmekte...
***
Bab-ı Ali, Falih Rıfkı Atay düzeyinden adeta “
tinerci çocuklar” dönemine yol alınca, Süleymaniye de Bizans Sarayı’ndan “bekâr odalarına” gerilemiş...
Ama bu belki de çok
doğal bir süreç...
Ne ki... Demokratikleşme, sadece yığınları kapsayınca değil, onları derin bir nitelikle de donattığında sağlıklı bir hale gelecek...
***
Bu süreç, kaç 1460 yazı daha alır onu maalesef bilemiyorum...
Boş verin, aldırmayın...
Nasıl olsa düzelir.
İyi pazarlar...