Ben Cihangirliyim ama çocukluğum ve ilk gençliğim Maltepe’de geçdi. O yıllar Maltepe’de tek bir
taksi vardı ve şoförü de “Karıncaezmez” lakabıyla mârûf Tiringalı Affan Bey’di. Kravatsız ve
takım elbîsesiz hiç dolaşmayan Karıncaezmez’in haftada üç dört müşterisi olurdu ki o zamânın şartlarına göre fenâ sayılmazdı.
Çarşamba günki gazetelerde yeni Diyânet İşleri Başkanımızın bu sıfatla ilk vaazını okuyunca geldi aklıma Affan Bey.
Sayın Prof.
Mehmet Görmez demiş ki “Kimse bize
hayvan hakları
dersi vermesin!” ve ardından eklemiş: “Biz karıncayı bile incitmeyen bir medeniyetin mensublarıyız!”
Hayhay! Kendisine ders vermek haddimize düşmez. Üstelik
Kurban Bayramı bağlamında konuşmak hiç düşmez. Aynı günün gazetelerinde yer alan haberlere nazaran kilometrelerce sığır kovalayıp boğazlaşma sonucu kendini yaralayan 3.500 yurddaşımıza
dâir beyân-ı kanaatde bulunma küstahlığına da sûret-i kat’iyyede yeltenmeyiz.
Ancak Saygıdeğer Başkan eğer yarım saatini ayırmak lûtfunda bulunursa kendisine, Kurban Bayramlarıyla bağlantılı olmaksızın, sâdece evimin en yakın çevresinde sabahları beslediğim dokuz on kediden kuyrukları koparılmış, hâmileyken (herhalde “gâvurlar” tarafından) tekmelenmiş birkaçını ve ilâveten daha
Müslüman, hele “erkek” Müslüman gördü mü daha 25 metreden kuyruğunu apışarasına kısarak dehşet dolu gözlerle bakıp yengeç gibi yan yan uzaklaşan birkaç köpek de takdîm edebilirim. Bunlar hiç şübhesiz mensûbu bulunduğumuz karıncayı bile incitmeyen yüce medeniyeti
mizin günümüze akseden şûleleri olsa gerek.
Yanlış anlaşılmasın! Herhangi bir
Neonazi kampı bitişiğinde değil Bağdad Caddesi üzerinde oturuyorum ve evimden sâhil yolu da yürüyerek sekiz dakıyka.
Onun için, Muhterem Başkan, lütfen ve lâtifeten tadında bırakınız ve bunca milleti enâyi yerine koymayınız!
Ne demiş şâir:
“Gerçekleri anlatsam emîn ol utanırsın!
Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın?”
En derin hörmetlerimin kabûlü istirhâmıyla...
Ed Dâî Kulunuz...
İğreti nesiller
Hiç yazmadıysam otuz kere yazmışımdır, kendi anadilini doğru dürüst bilmeyen
yabancı dil hiç öğrenemez!
Yılmaz Güney’e bir gün Paris’de sormuşdum “Ağabey, siz Kürd müsünüz yoksa Türk mü?” diye. “Vallâhi,
Yağmur , demişdi, benim babam Kürd annem Zazaydı. Kendi aralarında ancak
Türkçe anlaşabildikleri için ben anadili Türkçe olan bir Kürdüm.”
Dünki “
Taraf”da, ki onlardan hiç beklemezdim, Louvre’daki bir tabloya dâir bir haber vardı:
Alman Ressamı “Cranach The Elder”in “The Three
Graces” adlı tablosu falan filan...Onu da “Üç Güzeller” diye tercüme (!) etmişler. Çocuklar, “Cranach The Elder” (Cranach der Ältere) için Türkçede “Kadîm Cranach” derler. “Nâilî-i Kadîm”i de mi duymadınız? “The Three Graces” (Die Drei Grazien) ise mitolojide “Üç Güzeller” değil “Üç Dilberler” olarak geçer.
Kendi ülkenizde iğreti oturuyorsunuz! Ama nereye gitseniz değişmez bu!
Tabii kabahat sizlerde değil sizleri alıp mütercim diye oraya oturtanlarda!
Daha öncesindeyse ellerinize o diplomaları tutuşturanlarda!