Bir yandan
Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı
Tansel Çölaşan, diğer yandan DP Genel Başkanı
Hüsamettin Cindoruk, sahilleri turluyor ve
tehlike anonsu yapıyorlar.
ADD Başkanı Çölaşan,
emekli Tümgeneral Osman Özbek'le birlikte
Bodrum'da konuşmuş. Sözleri "villada oturanlar"a yönelik tam bir
alarm niteliğinde. Bakın neler söylemiş:
"Eğer sizler, Bodrum'da
havuzlu villalarda yaşayanlar, tuzu kuru olanlar 12 Haziran'a kadar tepkinizi göstermez, sessiz kalırsanız, çok değil 5- 10 yıl içerisinde bunlar sizin de kapınıza dayanacak. Bu hükümetin arkasındaki cemaatler Bodrum ve Ayvalık'ta da yapılanmaya başladı. Bu nedenle bugün olanları duymazlıktan gelen, aymazlıktan kurtulamayanların başına her şey gelir. Bu nedenle tuzu kuru olanlara aymazlığı, vurdumduymazlığı, 'Bana bir şey olmazlığı' bırakın diyorum."
Nasıl, panik hiç de
ihmal edilecek gibi değil, değil mi?
DP Genel Başkanı Cindoruk Antalya'da il kongresinde konuşmuş. O da Çölaşan'dan daha düşük dozajlı bir paniği seslendirmiyor. Bakın ne diyor:
"
Ergenekon adı altında uydurma bir
dava ile devletimizin en değerli paşalarını, sevgili bilim adamlarını, gazetecilerini hapishanede süründüren, 3 senedir tutukluluk hallerini sürdüren,
HSYK'yı kendisine bağlayan bir
iktidar,
Anayasa Mahkemesi'ni karar veremez hale getirecek atamalar yapan bir
Cumhurbaşkanı... Bu
Cumhuriyeti geri almak zorundayız. Bu Cumhuriyeti kaptırdık, bu Cumhuriyet, bizim ortak kurduğumuz 1923'teki Cumhuriyet değil artık."
Çölaşan-Cindoruk aynı mevzide, aynı nutukları atıyor:
Sandık gitti.
Meclis gitti.
Hükümet gitti.
Cumhurbaşkanı-
Çankaya gitti.
YÖK gitti.
Türk Silahlı Kuvvetleri gitti.
Anayasa Mahkemesi gitti.
HSYK gitti.
Cumhuriyet gitti.
Şimdi sıra Bodrum'daki villalara geldi...
N'olacak bundan sonra?
"Bu Cumhuriyeti geri almak zorundayız" diyor "Yeter söz milletin!" sloganı ile, Cumhuriyeti hakim bir azınlığın iktidarından kurtarmak için yola çıkan bir siyasi hareketin bugünkü sözcüsü... Belki bugün onun söylediği şeyi, 1950'nin sonlarında, bizzat o harekete karşı
darbe hazırlığında bulunanlar söylemekteydi. Menderes'i asanlar da, Cumhuriyeti kurtardıklarına inanıyorlardı.
Sorsun Cindoruk, şimdilerde aynı mevzilerde savaş çığlığı atmakta olduğu Tansel Çölaşan'a, "27
Mayıs nasıl
devrimci bir
eylem"miş! Sorsun, 16-17 Eylül'de yaşanan facianın, nerelerde bayram gibi kutlandığını... Sonra
cevap versin, hangi saikle, Çölaşan ile Cindoruk'un mevzileri birleşti?
Oysa hiçbir şey hiçbir yere gitmiyor. Sandık da, Meclis de, Hükümet de, Çankaya da, YÖK de, TSK da, Anayasa Mahkemesi de, HSYK da, Cumhuriyet de olduğu yerde duruyor.
Peki ne oldu?
Ne olduysa, millet öyle istediği için oldu. Her şey milletin sandığa yansıyan iradesi belirleyici olduğu için oldu.
Tam da Cumhuriyet'in gerçek anlamı çerçevesinde "Cumhur"un iradesi ile olması gerektiği gibi. Dün cumhur vardı ama cumhurun iradesi belirleyici olamıyordu. Çok partili hayata geçildiğinden beri düşe kalka "Cumhur" varlığını ortaya koyuyor. "Cumhur", iradesini imtiyazlı azınlıklarla danışıklı biçimde kullananları
tasfiye ediyor, içinden gerçek sözcüler çıkarıyor ve Cumhuriyeti gerçek Cumhuriyet yapma yolunda kararlı adımlarla ilerliyor.
"Cumhur"un bu yürüyüşünün sonu, Bodrum'un villalarına dayanır mı bilinmez.
Aslında "Cumhur"un, hak edilmiş
şato ile, villa ile, sarayla derdinin olduğu söylenemez.
Ama şu soru da yabana atılamaz:
"Acaba oralarda üretilmek istenen korku, gerçekte hak edilmemiş zenginliklerin korkusu mudur?"
Çölaşan, yazın Edremit'in Güre beldesinde benzeri bir
öfkeyi seslendirmişti de o konuşmaya
tanık olanlar, bu öfke tufanı karşısında şaşırıp kalmışlardı. Demek, sahilleri dolaşıyor ve oralarda var olduğu iddia edilen "villaları kaybetme korku"sunu fonksiyonel hale getirmeye uğraşıyor.
İbretlik bir olay...
Cumhuriyet... Havuzlu villa savunması... Çölaşan... Cindoruk... Yıl 2010... Nasıl bir tablo ama!
TEBRİK: Değerli okuyucularımın Kurban
Bayramı'nı bütün kalbimle
tebrik ediyor,
kurbanın, haccın, tekbirlerin, duaların, Arafat'ın, Kabe'nin, tavafın, sa'yin, bereketinin yüreklerine ve yuvalarına yansımasını niyaz ediyorum.