'Benim annem, kardeşlerim, dostlarım, çocuklarım, karım, herkes orada, o
ülkede yaşıyor. Ve ben Mecnun'un Leyla'yı sevmesi gibi seviyorum ülkemi.'
Yarın
Ahmet Kaya’nın
ölümünün onuncu yılı. Onunla Paris’te ölmeden önce son
röportajı yapmıştım. Zaman’da çıkan bu röportaj çok tartışılmış ve tepki almıştı. ‘Bir vatan
haini’yle görüşmekle itham edilmiştim. Aradan on yıl geçti. Türkiye’nin nereden nereye geldiğini görmek için bu söyleşiyi ölüm yıldönümünde sizlere sunmak istedim. Okuyun, insanların ne kadar kolay ihanetle suçlandığını ve hayatlarının nasıl karartıldığını Ahmet Kaya üzerinden siz de görün.
Ahmet Kaya ile ölümünden önce yapılan son söyleşi:
Bir
ödül töreninde,
Kürtçe
şarkısına
klip çekmek istediğini ve klibi yayımlayacak televizyonlar aradığını söyledi ve bütün hayatı değişti!
Suçlamalar, davalar, kelepçeler,
mahkemeler ve yurtdışına uzanan adı konmamış bir
sürgün! Peki ama,
Kürtçe şarkı söylemenin
yasak olmadığı bir ülkede, yıllardır
Türkçe şarkılar söyleyen Kürt asıllı Ahmet Kaya’nın, Kürtçe bilmediği halde, bir
Kürtçe şarkıyı kasetine koymak istediğini dile getirmesi neden bu denli tepki aldı?
Sorunun kendisi kadar cevabı da çetrefil!
Çünkü o, ‘Başım Belada’ gibi bir şarkıyı,
yaşamları boyunca başları belaya girmemiş ve girmeyecek olan insanların bile zihnine kazımış bir şarkıcı. ‘Belalı şarkılar’ yaptığı için mi ‘başı belada’dır, yoksa ‘başı belalı’ olduğu için mi ‘başım belada’ nakaratlı şarkılar yapmaktadır bilinmez; fakat o, son dönemde yaşadığımız demokratik daralmanın ve ‘yangına körükle giden’ biz gazetecilerin kurbanıdır!
‘
Öcalan posteri önünde resim’ çektirmekten ‘
PKK’yı övücü sözler’e, ‘Arabamı o şerefsizlerin ülkesine bıraktım’ aforizmasından ‘bölücülüğe’ bir yığın ‘provokatif suçlama’nın muhatabıdır.
Medyada yer alan bu iddialardan dolayı hakkında açılmış davalar DGM’de sürerken o, yaklaşık bir yıldır sürgün yaşadığı Fransa’da, ‘dilini bilmediği, kültürünü anlamadığı, sorunlarını paylaşmadığı, yemeklerini sevmediği’ insanların arasında, yapayalnız kendini aramaktadır. ‘Türkçe küfreden polislerini bile özlediği’ ülkesine döneceği günlerin hayaliyle Paris’in göbeğinde
İngilizce öğrenmektedir. Dilin tükendiği yerde sessizliğe gömülüp, kaderi gibi takip edeceği yeni şarkılar mırıldanmaktadır…
Bir ödül töreninde, Kürtçe şarkınıza klip çekeceğinizi ve klibi yayımlayacak televizyonlar aradığınızı söylemeniz bütün bir hayatınızın değişmesine sebep oldu. Bu belalar başınıza nasıl açıldı?
Benim başım hep beladaydı zaten. Son zamanlarda bunun nedenleri üzerine çok düşündüm; ben Türkiye’nin alışageldiği bir ‘
sanatçı’
tipi çizmiyorum. Hayatın farkındayım, akıllıyım, beni içine almaya çalıştıkları normlara uymuyorum. Medya benden başka türlü malzeme çıkaramıyor; çünkü ‘kim nerede-kiminle’ programlarının aktörü olmuyorum. Düşünebiliyorum, ailemle ve inandığım geleneksel değerler üzerine inşa edilmiş bir yaşam sürdürüyorum, vergimi ödüyorum, namussuzluk yapmıyorum.
Bunlar bir insanın başının hep belada olması için yeterli olmasa gerek?
Bütün bunların ötesinde bir de bütün haksızlıkların farkında olan ve buna karşı çıkan bir yanım var. Eh, bir de sistemi eleştiren ve her daim
muhalif bir adamım. Benim başım nasıl belada olmasın?
Apo posteri önünde resim çektirdiniz mi?
Bakın; siz gazetecisiniz. Sizin ürettiğiniz o gazeteyi kimlerin okuyacağına siz mi karar verirsiniz, yoksa okur mu gazetesini seçer? Ben konser yapıyorum, insanların bir kısmı gelip şarkı dinleyerek, bir kısmı dans edip
halay çekerek, bir kısmı sloganlar atarak deşarj oluyor. Benim bu insanları seçme hakkım olabilir mi? On binlerce insanın bulunduğu konser salonunda biri Apo posteri açmışsa bunun benimle ne ilgisi olabilir?
Peki ya PKK’yı övücü sözler…
Bakın ben terörün her türlüsüne ömrüm boyunca karşı oldum, lanet ediyorum teröre, neden öveyim PKK’yı?
Nereyi bölmüşüm
Nedir sizin PKK ile ilişkiniz o halde?
Bu soruyu ben soruyorum. Lütfen beni PKK ile ilişkilendirmeye çalışanlar ispat etsinler, ben nereye üye olmuşum?
Hani üyelik
belgelerim? Kime
yardım etmişim, hani makbuzlarım? Ben nereyi bölmüşüm, nerede sınırları? İki tane konser fotoğrafı çekip aslı çarpıtılan iki tane cümleden yola çıkarak bir insanın hayatına bu kadar kıyılabilir mi? Soruyorum. Bunların cevabını istiyorum. Ve bunu bana değil, babası bir gecede ‘hain ve bölücü’ ilan edilen 12 yaşında, Türkiye’de okula giden kızıma izah etsinler. Başka bir şey istemiyorum. Bu arada çantasında PKK konseri verdiği iddiasıyla açılan davaya ilişkin herhangi bir bilgi ve belge bulunamadığı için düşme noktasına gelen davasının mahkeme tutanaklarını gösteriyor Kaya.
Bakın “PKK’cılara konser verdi” diye haber yaptılar sonra mahkeme belge istediğinde. “Bizde bir belge yok” diye
cevap vermişler. Şimdi ne diyeyim ben?
Türkiye’de sizin hakkınızda en çok tepki çeken şey “Arabamı şerefsizlerin ülkesinde bıraktım.” cümlesi oldu. Nasıl söylersiniz böyle bir şeyi?
Yaa gözüm ben manyak mıyım ki böyle bir şey söyleyeyim? Aklı başında olan bir insan nasıl olur da kendisinin de bir parçası olduğu ülke hakkında böyle çirkin bir şey söyler! Ayıp bir şey, benim annem, kardeşlerim, arkadaşlarım, dostlarım, abim, çocuklarım, karım, ailem herkes orada, o ülkede yaşıyor. Ve ben Mecnun’un Leyla’yı sevmesi gibi seviyorum ülkemi.
Nereden çıktı o halde bu söz?
Ben “3 tane şerefsizin yüzünden ülkemde arabama bile binemedim” dedim. Ertesi gün bir gazetede manşete, ‘Arabamı şerefsizlerin ülkesinde bıraktım!’ Böyle bir şey olabilir mi? O gazetenin muhabiri bile geldi bana “Abi vallahi ben böyle bir şey yazmadım, oradan ayarlamışlar” dedi. Yorumu size bırakıyorum.
Fakat ben hâlâ anlamış değilim. Kürtçe şarkı söylemenin yasak olmadığı bir ülkede yıllardır Türkçe şarkılar söyleyen Kürt asıllı Ahmet Kaya’nın Kürtçe bilmediği halde bir Kürtçe şarkıyı kasetine koymak istemesi neden yoğun tepki aldı?
Evet doğrudur, yıllardır Türkçe şarkılar söyleyen bir insanım; Kürt asıllıyım ve ne yazık ki Kürtçe bilmem. Bu kadar masum bir talebimin karşılığında ben, uygar, çağdaş, demokratik, insan haklarına saygılı olduğunu iddia eden, bir kültür mozaiği oluşturduğunu iddia eden ülkemden ne beklerdim biliyor musunuz? Bu Kürtçe şarkıyı okuduktan sonra, en azından bu dili kullanan milyonlarca vatandaşına saygı adına, bu şarkıya çekeceğim klibi alıp-televizyonlarda yayımlayıp, bu ülkede bütün kültürlerin yaşama imkânı olduğunu, bütün dillerin var olma imkânı olduğunu, şarkılardan korkulmaması gerektiğini göstermesini. Kaldı ki okuduğum şarkı çok güzel bir sevda ve
ayrılık şarkısıydı.
İsyanım haksızlığa
Peki ya sert mizacınız?
“Ben bir suç işlemedim ama her insan gibi hatalarım var. Üslupta bir yanlışlık yapmış olabilirim. Ne yapayım yani mizacım sert, yanlış anlaşılıyorum ama art niyetsiz bir yüreğim var, kimseye benden bir kötülük gelmez. Eğer zaman zaman
isyan ediyorsam bu haksızlıklara karşı dayanamıyor oluşumdan kaynaklanıyor, yoksa hiç kimseyi üzmek istemem. Ülkemin insanlarının daha mutlu, özgür, barış içinde yaşamasından başka hiçbir derdim yok. Fakat ülkemdeki haksızlıklar beni üzüyor ve sert mizaçlı yapıyor. Sonra da ne desem ters anlaşılıyor. Barış diyorum savaş anlıyorlar,
demokrasi diyorum faşizm gibi algılıyorlar, ülkemi sevdiğimi söylüyorum vatan haini diyorlar. Bildiğim bir şey var ki; yüreğim ve beynim büyüdükçe sicilim bozuluyor ama ıssız bir insanlık anlıyor beni.
En çok neleri özlediniz Türkiye’de?
Sokakta Türkçe küfreden polisimizi bile özledim gözüm, gerisini sen düşün. Kükürt kokan havasını, içilemeyen suyunu, Boğaz’da
balık kokusunu, ülkemi, hüzünlü şarkılarla bile yaşama umutla sarılmasını bilen ülkemin insanlarını…