Anadolu Ajansı, geçtiğimiz cuma akşamı 18.03'te toplam 4 paragraflık kısa bir haber geçti.
Medyanın neredeyse tamamı (bir iki kısa haber dışında) bu haberi görmedi. Dolayısıyla kamuoyu da konuyu ıskaladı.
Oysa bu kısa haberin içerisinde rejim meselesi vardı.
AA'nın kısa haberinde
özetle deniyordu ki, Yüksek
Yargı dinlendi iddialarının asılsız olduğunu,
Ankara Savcılığı'ndan sonra
Sincan Ağır
Ceza Mahkemesi de onayladı.
Yani telekulak iddiaları asılsızmış.
Konuyu hatırlatma amacıyla kısa bir özet geçelim.
Türkiye 1.5 yıldır telekulak tartışmalarıyla yatıp kalkıyor. Tartışmaları zirveye çıkaran ise
YARSAV eski Başkanı Ömer Faruk
Eminağaoğlu Yargıtay ve
Danıştay santrallerinin dinlendiğini iddia etmesi oldu.
O günlerde konu
gazete manşetlerine çıkmış, ekranlar 24 saat süreyle 'korku imparatorluğu' söylemine ayrılmıştı.
Yüksek yargıçlar cübbeleriyle yürüyor,
öfke dolu demeçler veriliyordu.
Demirel dahil tüm
siyasetçiler rejim üzerine açıklamalar yapıyordu.
Hatta ve hatta Yargıtay Başsavcısı
Abdurrahman Yalçınkaya konuya el atmıştı. Kulislerde "
Dinleme üzerinden yeni bir
kapatma davası açılır mı?" tartışmaları vardı.
Bugün geriye dönüp baktığımızda o günlerin bir mühendislik ürünü olduğu daha iyi anlaşılıyor. Ana
yasa değişikliği ve
referandum öncesi kapsamlı bir projeydi.
Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun başvurusu üzerine konu savcılığa intikal etti. Konuyu inceleyen
savcılık takipsizlik verince devreye Sincan
Ağır Ceza Mahkemesi girdi.
Mahkeme Başkanı Osman
Kaçmaz takipsizlik kararını kaldırarak TİB'te üç kez
yasa dışı dinleme araması yaptırdı.
Bu arada not edelim. Arama kararı ve arama işlemi sırasında yer alan tüm hakimlerin YARSAV listesinden HSYK'ya
aday olmaları da ilginç bir ayrıntıydı.
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na (TİB) canlı yayınlar eşliğinde baskınlar yapıldı.
Fethi Şimşek ve ekibi kamuoyu tarafından
linç edildi.
Araya başka işler girince konu unutuldu.
Yaklaşık bir yıl sonra Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü
soruşturma bitti. Savcılıktan şok bir karar çıktı: Yargıtay telefonları dinlenmemişti.
Fakat bilirkişinin raporu ilginç bir ayrıntıyı daha barındırıyordu. Yargıtay telefonları
kayıt yapma özelliğine sahipti. Savcı ve bilirkişiler rapora koymamış ama bunun meali şu: ortaya dökülen kayıtlar kurum içinden yapılmış olabilir. Yani sisteme dahili müdahale mümkün.
Korku imparatorluğu söylemini dilinden düşürmeyen siyasetçiler ve manşetlere taşıyan gazeteler bu haberi o günlerde görmedi.
Sanki aylardır Türkiye gündemini meşgul eden konu bu değildi!
Ömer Faruk Eminağaoğlu savcılığın kararı sonrası yeniden Sincan'ın kapısını çaldı. Sincan
Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı inceledi ve Eminağaoğlu'nun itirazını reddetti. Yani dosyayı 'Yasa dışı dinleme yoktur' diyerek kapattı.
Bu uzun özeti anlattım çünkü bu konu kısa bir haberle geçilecek kadar basit değil.
İşin içinde siyaset, medya, yargı etiği gibi çok tartışılması gereken konular da var.
Siyasiler ve yargı kendi içinde durumu ayrıca değerlendirir mi bilmiyorum. Ama medya olarak bizim şapkayı önümüze koymamız lazım.
TİB ve Fethi Şimşek başta olmak üzere bazı kurumlar adeta linç edildi. Her gün manşetlere taşındı.
Görevimiz
tehlike filminden kesitlerle TV haberleri yapıldı. Öyle bir hava estirildi ki "
Tayyip Erdoğan hükümetine bağlı özel adamlar var, bunlar
muhalif herkesi dinliyor, korku imparatorluğu kuruyor"du.
Peki ne oldu şimdi?
Savcılık, bilirkişi,
mahkeme... Hepsi Yargıtay ve Danıştay santrallerinin dinlenilmediğini teyit etti.
O günlerde gazete manşetlerinde, TV haber bültenlerinde yakıp yıkanlar şimdi bu kararları görmezden geliyorlar.
Lafı eğip bükmemin bir anlamı yok.
Medya yine sınıfta kaldı.
***
Yarın bayram...
Fakat gelişmeler, böyle özel günlerde bile bize can sıkıcı konuları yazmaya mecbur bırakıyor.
İki gündür internet siteleri ve bazı gazeteler
Dağlıca baskını ile ilgili içimizi yakan ses kayıtlarını yayınlıyorlar.
Meğerse baskınla ilgili istihbarat alınmış, ilgili birimler uyarılmış.
Saldırı başladıktan sonra gerekli
destek gitmemiş.
13 askerimiz şehit olurken sorumlu
komutan 'Gitti benim
Alay komutanlığı' derdinde.
Gerçi sonrasında
terfi de almış. Yani hatası olmasına rağmen terfi almış komutanımız!
İhmaller belgelenir diye karartma yapılmış, sahte
yangın bile çıkartılmış.
Böyle anlarda sözün bir anlamı kalmıyor.
Çünkü her
ihmal o 13 askerin ailesini bir kez daha yıkıyor.
Terörle mücadele zor iştir. Şehit verilir, gazi olunur.
Ama bunlar olmaz. Olmamalı. Bu ülkenin çocukları ihmaller yüzünden tabutta dönmemeli
baba ocaklarına.
Velev ki her şeye rağmen de bunlar oldu. O zaman Genelkurmay'ın suçu örtmemesi gerekiyor.
Bu, tüm komuta kademesinin sorumluluğudur.
İyi bayramlar...