Kürtçe savunma hakkı ve KCK'ya şov fırsatı


PKK'nın şehir yapılanması olarak bilinen "Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM)" davası uzun süredir tartışılıyor. KCK'ya yönelik operasyonlar ilk başladığında, bunun barış yanlılarına ve siyaset tercihinde bulunanlara darbe olduğu iddia ediliyordu. Ancak 96 tutuklusu bulunan davanın iddianamesi açıklanınca, çok ciddi suçlamalar olduğu ortaya çıktı. İddianamede yasa dışı yapılanmaya dair önemli deliller mevcut. KCK'nın Konsey Başkanı Murat Karayılan olsa da PKK aslında bu yapının silahlı kanadı. KCK'nın şehir eylemlerini yönettiği, seçilmiş belediye başkanlarını sorguladığı ve hatta tokatladığı görülüyor. Örgüt elemanlarından elde edilen krokiler ortaya koyuyor ki, bir bakıma yasa dışı "paralel devlet" yapılanması söz konusu... Yasayı ihlal eden herkes gibi KCK üyeleri de hukuk dışına taştıkları eylemleri nedeniyle sorgulanıyor. Ancak KCK üyelerine mahkemede "Kürtçe savunma hakkı" verilmeyerek sürecin tamamına gölge düşürüldü. Sanıklara, mağduru oynama fırsatı sağlandı. Böylece genişletilen demokratik ve kültürel hakların özümsenmediği ortaya çıktı. İddia edildiği gibi sanıkların bazıları Kürtçe bilmiyorsa, bu durumda zaten kendi savunmalarını Türkçe yapmak zorunda kalacaklardı. "Siz eski kamu görevlisisiniz Türkçe biliyorsunuz" gibi bir gerekçe olmamalıydı. Çünkü bir insanın ana dilinde kendisini ifade etmesi her zaman daha kolaydır. Dil tercihini hâkim değil birey yapar. Mahkemeye düşen tercüman atamaktı. "Bilinmeyen bir dil" tarzı tanımlamalar kültürel hakların genişletilmesinde halen ciddi uygulama sorunları olduğunu ortaya koyuyor. Bir taraftan devlet eliyle TRT Şeş'ten 24 saat Kürtçe yayın yapacaksınız, diğer taraftan üniversitede Kürtçe kürsüsü kurduracaksınız, sonra da mahkemede o dili yok sayacaksınız. Sanıklar Kürtçe savunma haklarının ellerinden alınmasını AİHM'e götürseler, Türkiye bir kez daha mahkûm olsa bu sorunun çözümüne nasıl bir katkı sağlar? Yıllarca Kürtçe'nin ve Kürtler'in yok sayılması neyi değiştirdi? Kürtçe yayım ve şarkıların yasaklanması kime ne kazandırdı? Olsa olsa sosyal bir yaranın derinleşmesine neden oldular. Mahkemenin Kürtçe talebi reddetmesiyle KCK sanıklarına savunma yerine propaganda yapmak imkânı doğdu. Eğer bu kriz devam ederse, KCK iddianamesinde yer alan suç delilleri "adil yargılama olmadı" iddialarının gölgesinde kalacak. Sonuçta kaybeden yine Türkiye olacak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün dün Adem Yavuz Arslan'ın da aralarında bulunduğu gazetecilere uçakta söylediği sözler aslında çıtayı doğru yere koyuyor; "Resmi dilimiz Türkçe ve öyle kalacak. Hiçbir zaman değişmeyecektir. Ancak büyük ülkelerde konuşulan birçok dil olur. Bunların hepsi kültürümüzün parçası... İnkâr etmenin kimseye faydası yok. Tam tersine Anayasamız diyor ki, 'kültürü korumak göreviniz...' Kültür deyince müzedeki şey de destan da konuşulan yerel diller de girer." AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik de dün KCK davasında Kürtçe savunma krizi ile ilgili açıklamada bulundu. Mahkemenin Kürtçe konuşmayı "anlaşılmayan dilde konuştu" şeklinde kayda geçirmesini eleştirdi. Çelik mahkemeye tepkisini şu sözlerle sürdürdü; "Anlaşılmayan denilen dil, Türkiye'de milyonlarca vatandaşınızın anadilidir. Kendi insanınıza saygı duymak zorundasınız. Milyonlarca insanın ana dilini 'anlaşılmayan dil' olarak kayıtlara geçirmek mahkeme açısından şık olmamıştır." Gül ve Çelik'in ortaya koyduğu tepkiler, Kürtçe savunma hakkının engellenmesinin bir devlet politikası olmadığını, uygulamada yaşanan bir aksama olduğunu gösteriyor. Krizin aşılması adına da umut veriyor. Ancak bu kadar temel bir insan hakkının KCK eliyle sağlanmış olmasının, dava sürecine vereceği zararı telafi etmek kolay olmayacaktır.
<< Önceki Haber Kürtçe savunma hakkı ve KCK'ya şov fırsatı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER