Yıllar önce bir generalden duymuştum.
Asker kökenli bir akademisyenden bahsediyorduk. Ufkunun dar olduğunu, karmaşık sosyal konuları çok basite indirgediğini söylemiştim. 'Anladım, postal kafalı biri o zaman' demişti.
Sözün sahibi ben değilim.
Söylenenleri şerh etmek kolay. Ya konuşulmayanları? Yeni
Genelkurmay başkanımız mecbur olmadıkça konuşmuyor. Bu sükûtun anlamı, demokratik bir ülkenin ordusunu yönettiğinin bilinciyle davranması olabilir mi? Genelkurmay Başkanı'nın 'postal kafalı' olmadığı açık. Dikkatli, ciddî bir asker.
Ordudan gelen haberlere, daha doğrusu bazı skandalların açığa çıkartılmasına, onun kendi lisanınca konuşması ve
mesaj vermesi olarak bakmamız lâzım.
Ordular keskin hiyerarşileri ve
disiplinleri olan örgütlerdir. Birçok bağımsız parçanın bir araya gelip devasa bir
makine haline dönüştüğünü düşünün. Bu parçaların tamamı insanlar eliyle çalışıyor. Bu kadar karmaşık bir insanî organizasyonu, savaş gibi öldürücü bir görevi ifa edecek tarzda çalıştırmak için keskin bir hiyerarşi ve disiplin gerekiyor. Emirler hiç tereddütsüz yerine getirilirken denetim
doğal olarak aksar.
Askerlik mesleği için bulunan çözüm,
komutanı kişisel olarak sorumlu tutmak ve denetlemektir. Böylece emir-komuta hiyerarşisi aynı zamanda bir denetim hiyerarşisi olarak işler. Bir askerî birlikte bir kusur veya suiistimal ortaya çıktığında tek sorumlu komutandır. Her düzeyde komutanlar kendilerine verilen sorumluluğu kendi personeli üzerinden sıkı bir denetim kurarak yerine getirirler.
Skandallar eski, ama üzerine gidilmesi yeni. Heron skandalı,
casusluk olayı, dost mayını ile hayatını kaybeden altı asker gibi. Demek ki komutan olayların üzerine gidiyor. Soruşturmalar ilerliyor, tümgeneral düzeyinde tutuklamalar oluyor. Ordumuzun üzerinde asılı duran şaibeler aydınlanıyor.
Hilmi Özkök zamanında birçok generalin yargılanmasından bugüne, ordunun kendi iç denetim mekanizması ile başlayan ikinci büyük dalga bu. Arada iki Genelkurmay başkanından sonra, asker yeniden arasındaki
çürük elmaları ayıklama iradesi gösteriyor. Bu dalgayı doğru okumak için bir tek örnek üzerinde odaklanmak yeterli: Altı askerin şehadetinden sorumlu tutulan tümgeneralin tutuklanması. Bu tutuklamayı yapan Genelkurmay Başkanı'nın kendisi,
mahkeme değil. Bir tümgeneralin bütünüyle askerî bir kusurdan dolayı genelkurmay başkanının emri olmadan askerî mahkeme tarafından tutuklanması mümkün mü? Bu tutuklamayı,
sivil mahkemelerin
Ergenekon kapsamındaki tutuklamaları ile karıştırmamak gerekir. Burada tümgenerale isnat edilen suç askerî bir görev kusuru.
Casusluk soruşturması, hayal gücümüzü zorluyor. Doğrudan Türkiye'nin yüksek menfaatlerine ve terörle mücadelesine zarar veren ordu içine yerleşmiş bir
ihanet şebekesi söz konusu.
Askerî sırlar ve gizli projeler rakiplerin eline geçiyor ve üstünde
üniforma olan birileri PKK'ya kol-kanat geriyor. Konu bütünüyle bir askerî güvenlik sorunu. Fakat çözüm, ordunun geleneksel hiyerarşi ve disiplini ile çözülemeyecek kadar karmaşık.
50 yıl süren askerî
vesayet düzenine, bu tür suçların ve suç örgütlerinin de yerleşip kök salacağı denetimsiz bir askerî organizasyonun sorumlusu olarak bakmalıyız. Mantık şu: Türkiye'yi yöneten askerî güç mükemmel olmak zorundaydı. Mükemmel bir örgütte nasıl böyle suçlar ve ihanetler yer bulabilir? Komutanlar bu suçları denetleyip kökünü kurutmak yerine, ordunun imajı sarsılmasın diye üstünü örttüler.
Casusluk soruşturması sadece orduyu kapsamıyor. Ekonomik boyutu var. Ancak ordudaki
gizlilik zırhı içine yerleşip iş gördüğü anlaşılıyor. Türkiye'nin büyük askerî projelerinin engellenmesi, güvenliğin yanında
ekonomik menfaat saiki taşıyor. Askerî kanat yeteri kadar denetlenebilseydi veya sivillerle arasında yeterli kanallar olsaydı bu şebeke bu kadar rahat çalışabilir miydi?
Genelkurmay Başkanı'nın suiistimallerin ve ihanet iddialarının üzerine gitmesi güven verici; ama yeterli değil. Ordunun sivil denetime açılması lâzım. Bu denetime öncelikle hatadan uzak durmak ve kendi işlerini en iyi şekilde yapmak adına ordunun ihtiyacı var.