Enerji Bakanı
Taner Yıldız kabinenin işinin hastası
bakanlarından... Hangi konuyu açsanız konuyu ya enerjiye getiriyor, ya da
doğal kaynaklara...
Bakan Yıldız önceki gün
USAK’ta
Türkiye’nin enerji ve uluslararası ilişkiler uzmanlarıyla bir araya geldi, uzun uzun yatırım planlarını anlattı... Uluslararası
boru hatları, rüzgâr-
güneş enerjisi yatırımları,
nükleer enerji ve daha birçok konuda değişen Türkiye’nin az konuşulan yüzünü konuştuk. Bakan “2013’e kadar en az 2
nükleer santralimiz olmalı” dedi. “Bugün santralleri başkasına yaptırıyoruz, fakat asıl
hedef nükleer enerjisini kendi teknolojisi ile üretebilen Türkiye” dedi. İhaleler verilirken en çok buna dikkat ediliyormuş, yani nükleer teknolojiye yatkın insan gücünün eğitilmesine. Türkiye’nin bu konuya verdiği önemi anlayan
ülkelerden biri nükleer santral işinin kendilerine verilmesi halinde sadece nükleer konusunda eğitim verecek bir üniversite kurmayı dahi taahhüt etmiş.
Taner Yıldız’a sorduk, “yoksa biz de mi
İran gibi nükleer zenginleştirme işine gireceğiz” diye. “Şimdilik hayır” dedi. Bakan Yıldız’a göre önemli olan nükleer enerji kültürünü oluşturabilmek. Eğer Türkiye bu kültürü özümseyebilirse nükleer alanda her türlü teknolojiyi geliştirebilir, gerek duyarsa zenginleştirme gibi
teknik işlemlere de girebilir.
Enerjiye 40 milyar dolar
Yıldız’ın USAK konuşmasında en çok
altını çizdiği husus ise Türkiye’ye enerji ve madenler alanında kurulan komplolar oldu. Bakana göre gerek altın, gerekse HES (hidroelektrik santralleri) yatırımları konusunda dış kaynaklı, bilinçli manipülasyonlar var. Bakan Türkiye’nin
yerli kaynakları kullanmasını engellemek için bazı ülkelerin devrede olduğunu, bunun için de en çok çevre sorununun istismar edildiğini söylüyor.
Kurtlar Vadisi tadındaki bu yorum ilk önce komplocu bir yaklaşım gibi geldi. Fakat Türkiye’nin enerji ithalatına verdiği on milyarlarca dolar aklıma gelince iddianın sebepsiz olmadığını anladım. Türkiye ithalatının her yıl dörtte birinden fazlası enerji (petrol, gaz vd.) alımlarına gidiyor. 2010’da bu oran daha da yüksek çıkacak. Bu yıl 40 milyar dolarlık bir enerji ithalatı öngörülüyor. Başka bir deyişle enerjiye harcadığımız para neredeyse
dış ticaret açığımız kadar. Eğer petrol fiyatlarındaki yükseliş sürerse
fatura daha da kabarabilir. Enerji fiyatlarında radikal bir artış olmasa dahi artan
refah nedeniyle enerji tüketimimiz artıyor ve 2013 için öngörülen ithalat rakamı 53 milyarı aşıyor. Üstelik bu rakamlar dolar kurunun gerilemesi sayesinde ekonomi üzerinde sınırlı bir etki yapıyor.
Altına 7 milyar dolar
Paramız sadece petrole ve gaza gitmiyor, önemli ithalat kalemlerimizden biri de madenler. Türkiye, maden zengini bir ülke olarak bilinse de sadece altın ithalatına ödenen yıllık rakam 7 milyar doları buluyor. Oysa ki Türkiye 6.500 tonluk altın rezerviyle kayda değer bir altın ülkesi. Kısacası altına ve enerjiye ödediğimiz fatura yaklaşık 50 milyar dolar. Eğer Türkiye kendi kaynaklarına yönelebilse on milyarlarca dolar cebimizde kalacak. Elbette bu durumda Türkiye üzerinden zengin olanlar nispeten fakirleşecekler. Siz bu ülkelerin yerinde olsaydınız, böylesine büyük bir pasta için Türkiye’yi karıştırmaz mıydınız? İşte Bakan Yıldız’ın işaret ettiği nokta da burası. Türkiye dışarıdan altın almaya devam etsin diye köylere kadar yürütülen dış kaynaklı bir
operasyon söz konusu. Bakan söylemedi, fakat duydum, bazı ülkeler köylere kadar casuslar gönderip köylüleri en azılı Greenpeace’ci yapmanın yollarını arıyorlar. Çünkü Türkiye 2001’de altın üretimine geçince yıllık 500 milyon doları aşan bir tasarruf sağlamış durumda. Yer altındaki 6.500 tonluk altının tahmini ederi ise en az 200 milyar dolar.
Aynı durum enerjide de var. 40 milyar dolarlık yağlı müşteriyi kaybetmek istemeyenler Türkiye üzerinde operasyonlar yürüterek kamuoyunu manipüle ediyorlar. Oysa Türkiye şu anki HES projelerini 20 yıl önce devreye sokabilseydi toplam karı 3 milyar doların üzerinde olacaktı. Bakan Yıldız karşılaştıkları sorunu şöyle özetliyor:
“
Çevre duyarlılığını anlıyorum. Muhalefetin eleştirileri de olacaktır. Fakat eleştiriler gerçekçi olmalı. Kimsenin ilgilenmediği bir yerde enerji yatırımı yapılacağı zaman orası birden kıymetleniveriyor. Çevre de, kültür de, hepsi orada oluveriyor. Bu garip. Örneğin rüzgâr türbinleri yapılacağı zaman kuşların bundan rahatsız olacağını öne sürerek rüzgâr enerjisine bile karşı çıkılıyor. Kaç başvuru varsa, o kadar
itiraz geliyor. Sanki her yatırımda görünmez bir duvara çarpıyoruz. Biz de bu ülkenin çocuklarıyız ve ülkemizi herkes kadar düşünüyoruz”.
Doğrusunu isterseniz Sayın Yıldız’ı takdir ettim. Görüşüne katılalım ya da katılmayalım, yaptığı iş nedeniyle
gazete köşelerinde küfürler yiyen bir insan gibi konuşmuyordu.
Oktay Ekşi’nin
hakaretlerine değinmedi bile, sadece “bu ülke hepimizin, çevreyi koruyalım, ancak bunu başkalarının yönlendirmeleriyle değil, kendi aklımızla yapalım” demekle yetindi. Doğrusu ya, bunca hakaret karşısında ben bu kadar da sakin olamazdım.