Baş
bakan Recep
Tayyip Erdoğan G-20’nin Liderler Zirvesi’ne katılmak için dün Seul’a uçtu. Liderler dünya ekonomisini masaya yatıracak...
Peki ya
Türkiye ekonomisi?
Hem Dış
Ticaretten Sorumlu Bakan Zafer
Çağlayan ile Uzakdoğu seyahatine katılmış olmam, hem de Ekonomiden Sorumlu
Başbakan Yardımcısı Ali
Babacan ile dün de sözünü ettiğim uzun bir çalışma toplantısı yapmış olmam hasebiyle, Türkiye ekonomisini bir kez daha derinlemesine gözden geçirme imkanı doğdu; üstelik tam da G-20 arifesinde...
Ne var ki gördüğüm bu tablo yazılıp çizilenlerin aksine beni endişelendirdi: Çünkü
ekonomik büyümenin ve ihracatın sınırlarında dolaştığımız hissine kapıldım.
Testi kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur...
Hâlbuki “testiyi nasıl kırmamalıyız” diye düşünmenin tam zamanıdır...
***
Siyasal propagandanın ölçüsüz bir şekilde gümbürdediği bir ortamda, benim epeydir dillendirdiğim endişelerimin, siyasal kimliğinin elverdiği sınırlar içinde
Ali Babacan’ın da uyarıları haline gelmesine de çok sevindim.
Demek ki
yönetim katında da durumu görenler var.
Ben, uzun zamandır 29 Krizi’nin bir benzeri olduğu ısrarla vurgulanan “
Küresel Kriz”in bir çağ
krizi olduğunu söyleyip, yazıyorum. Ali Babacan’ın da Küresel Kriz’den söz etmesini bu yüzden önemsiyorum...
Nitekim Babacan ortak toplantımızda, “bugün V türü, tek dipli krizden bir çıkış görüntüsü var. Dibe vuruldu, dipten çıkılıyor” açıklamasını, “iyi de bu V, acaba W’nin bir bacağı mı? Biz W (çift dipli) krizinin ilk dibinden çıkmış olamaz mıyız” diye tamamlamıştı.
***
Krize karşı uygulanan Keynesyen
politikaların da yeni bir kriz doğurabileceğini seslendirip duruyoruz...
Babacan’ın tespiti de bu endişenin hiç uzağında değil.
Babacan, Hükümetler ve merkez
bankalarının şimdiye kadar görülmemiş boyutta müdahalelerle ekonomiyi canlandırma yönünde adımlar attıklarına, ancak bu adımların ileriye doğru ciddi riskleri de biriktirdiğine dikkati çekiyor.
***
Kriz tehlikesinin varlığını sürdürdüğü bir ortamda Türkiye ekonomisine geri gelirsek...
Elverişli bir kur ortamında
ithalata dayalı bir büyüme yaşıyoruz.
İnsanlar bankalara borçlanarak
tüketim yapıyor.
Banka
kredisi, iç tüketim, ithalat ve buna dayalı bir büyüme...
Bu ne kadar sürebilir?
Ali Babacan, son bir yılda kredilerin 370 milyar liradan 480 milyar liraya çıktığına dikkat çekerek, “kredi hacmi çok hızlı genişledi. Burada bir risk görüyoruz. Hızı biraz düşürmekte fayda var diye düşünüyoruz” dediğine göre, sınırlara yaklaşıyoruz...
***
Sağlıklı olanı ise yeryüzüne katma değeri olan yüksek nitelikli mal ve
hizmet satmak...
Toplumsal zenginliği bu şekilde kotarmak...
Bunu başaramadığımızı artan cari açıktan da ihracatın ithalatı karşılama oranından da görüyoruz.
Zafer Çağlayan’ın vurucu bir biçimde altını çizdiği gibi, Çin 122 milyar dolarlık çip ithal ederken, Türkiye’nin en büyük ithal kaleminin “
hurda demir” olduğunu unutmamak gerek...
***
Ekonomik büyüme ve ihracat olanaklarına daha yansız bir gözle bakınca ortaya çıkan “sınırlara yaklaştık” endişesini ne yapmalı?
Türkiye, “yapısal dönüşümü” sağlayacak, dışarıya yüksek nitelikli mal satarak tükettiğinden çok daha fazlasını üretecek bir politika ihtiyacı içinde...
Yönetimden bunu “kendi siyaseti” yapacak bir reçete bekliyor...
Çünkü kaporta fiyakalı gibi duruyor ama motordan hırıltılar geliyor...
Ali Babacan’ın da kendi ölçüleri içinde sinyaller vererek söylemeye çalıştığı gibi büyüme ve ihracatın sınırlarına toslamadan radikal önlemlere acilen ihtiyaç var...
Türkiye ekonomisine hem dışarıdan, hem içerden dikkatlice bakınca görülen bu...
Aman testiyi çatlatmayalım...