Büyük ve sistemli kötülüklerle mücadele etmek nispeten kolaydır.
Bir
hedef vardır, bir amaç vardır, kiminle, ne için dövüşeceğiniz bellidir.
Belli riskleri göze aldığınız zaman bu kavgaya girer, sonuca da ulaşırsınız.
Ama ya hayatın dokusuna sızmış, her yana yayılmış, ele geçmeyecek kadar gündelik yaşamın parçası olup “sıradanlaşmış” kötülükle nasıl mücadele edeceksiniz?
Sistematik kötülüklerle savaşırken “vicdanlı” taraftarlar bulabilirsiniz ama bu “sıradan” kötülüklere karşı çıktığınızda, vicdanların gündelik alışkanlıklarla köreldiğini fark edersiniz.
Bir
İngiliz annenin Fethiye’deki bir hastanenin başhekimine yazdığı bir mektubu yayımlıyoruz bugün.
Ünlü bir
sanatçı olan anne, bütün acısına rağmen inanılmaz bir incelikle, hatta neredeyse “kızının” karşılaştığı o “sıradan kötülüğü” de anlamaya çalışarak yazmış mektubunu.
Mektubu yazan Rosemary Hardy’nin 22 yaşındaki kızı Fethiye’de yaşıyor.
Bir gece kızın evine giriyor birisi ve kızın ırzına geçiyor.
Olaydan sonra kız, arkadaşlarıyla birlikte polise gitmiş.
Polisler nazik ve anlayışlı davranmışlar.
Kızı hastaneye götürmüşler.
Annenin şikâyet ettiği o “sıradan kötülük” de hastanede ortaya çıkmış.
Kız, bir kadının başına gelebilecek en korkunç felaketlerden birini yaşamış.
Evine girmişler, uykudayken ağzını kapatmışlar, üstünü başını parçalamışlar, dövmüşler, ırzına geçmişler.
Kızcağızı saatlerce koridorda bekletmişler.
Bu kadar uzun bekletilince
tecavüzcünün kimliğini ortaya çıkartacak DNA kontrolü de imkânsızlaşmış.
Kız koridorda beklerken doktorlar hep birlikte yemeğe gitmişler.
Kızla ilgilenmemişler bile.
Bir erkek tarafından saldırıya uğramış olan kızın o anda neler hissettiğine hiç aldırmadan ilk muayenesini bir erkek doktora yaptırmışlar.
Hastanenin kadın jinekologu çok sonra gelmiş.
Sanki kız suçluymuş gibi ona hoyratça davranmış, zaten canı yanan kızın canını muayene sırasında daha da fazla yakmış.
Ne bir gülümseme, ne bir teselli, ne bir yatıştırma çabası.
Anlamsız, insafsız, kötücül bir öfkeyle hırpalamış.
Bir ağrı kesici bile vermemiş.
Sonra ırzına geçilen kıza “
alkol muayenesi” yapmışlar.
Sanki kız
trafik suçundan hastaneye getirilmiş gibi.
Alkollü olsaydı ne olacaktı?
Tecavüzü hak ettiğini mi düşünecekti doktorlar?
Ya da biz hepimiz, bu ülkede yaşayan insanlar,
içki içmiş bir kadının ırzına geçilebileceğine, bunu hak ettiğine mi inanacaktık?
Kızın kanında hiç alkol bulunmayışına “şaşırmış” doktorlar.
Anne, bu durumu da anlayışlı bir sitemle karşılıyor mektubunda:
“Fethiye’de gelişigüzel bir hayat sürdüren ve yüksek oranda alkol tüketen bir dizi Batılı kadının yaşadığını ben de üzülerek fark ettim. Ancak lütfen bunun sadece kadınların sorunu olduğu gibi bir yanılgıya kapılmayalım,” diyor.
Fethiye’de yaşayan “
yabancı” kadınların bazıları çok içiyor, bizim ahlak ölçülerimize göre yaşamıyor diye, onların ırzına geçildiğinde doktorlarımız bu kadınlara hoyratça mı davranacak?
Doktorluk böyle bir meslek mi?
Savaşta bile “gerçek” bir doktor, rastladığı yaralı “düşman” askerini
tedavi eder, doktorluk budur, onun için bu meslek diğer bütün mesleklerden ayrılan “kutsal” bir yere konur.
“Sıradan kötülüğün” parçası olmaz doktorlar, kötüleşmezler, kötü davranmazlar, hastalar arasında ayırım yapmazlar, hastaları ve kurbanları çeşitli nedenlerle “kategorilere” ayırmazlar, önlerinde çaresiz bir şekilde yatan kurbanın kimliğiyle ilgilenmezler, gördükleri,
yardıma muhtaç bir “insandır” ve onlar o “insana” yardımcı olmak için
yemin etmişlerdir.
Doktorlar bile “sıradan kötülüğün” parçası oluyorsa, içimizdeki kötülük sandığımızdan daha yaygın demektir.
Irzına geçilen kız bir “yabancı” diye ona böylesine kötü davranan doktorlara mesleklerinin gereğinin öğretileceğini, doktorluğa
ihanet ettikleri için gerekli cezayı göreceklerini umut ediyorum.
Kızın ırzına geçen adamın hâlâ yakalanmaması ise başka bir aldırmazlığın işareti olarak çıkıyor ortaya.
O kızcağız uzun zaman
psikolojik tedavilerden geçecek.
Ama korkarım bizim bu tür “sıradan kötülüklerin” etkisinden kurtulmak için daha da uzun bir tedaviye ihtiyacımız olacak.