Oxford tam bir üniversite kenti. Etrafta görülen yüzler hep
genç. En yaygın
taşıma aracı,
bisiklet. En rağbet gören dükkanlar, kitapçılar. En güzeli de şu: Kentin çarşısına, insanı yutan büyük mağazalar yerine tevazunun hakim olduğu
küçük dükkanlar hakim.
Magdalene Koleji, üniversitenin en itibarlı okullarından biri. Kimbilir kaç yüzyıllık bina hala dünyanın en işlek beyinlerine evsahipliği yapıyor. Kraliçe'nin oğlu, ne zaman
tahta geçeceği hep merak konusu olan
Prens Charles, burada kurulan '
İslami
Araştırmalar Merkezi'nin hamiliğini üstlenmiş. İslam Dünyası'nın dört bir tarafından da gelen katkılarla görkemli bir bina yükseliyor Oxford'ta; hem bizim sanatımızın özelliklerini taşıyan, hem de kentin tarihi dokusuyla uyum içerisinde... Merkez şimdilik kentin göbeğinde bir binada çalışmalarını yürütüyor.
Oxford
Üniversitesi bugüne kadar 24 başbakan çıkarmış mezunları arasından. Bununla da övünüyor.
Öğrencileri
siyasete hazırlayan bazı özellikleri olduğu biliniyor üniversitenin. Bir kere rekabetçi bir ortama giriyorsunuz
kayıt olur olmaz;
Cambridge'deki en az burası kadar ciddi eğitim veren üniversitenin öğrencilerinin nefeslerini her an ensenizde hissediyorsunuz. Tabii bir de 'münazara kulübü' var ve orada başarılı olmak sadece
çene kuvveti değil bilgi ve muhakeme gücü de gerektiriyor.
Geçen gelişimde de aklıma gelmişti, bu kez etrafa bakarken daha güçlü bir benzerlik kafama dank etti. Oxford'un çok sayıda politikacı ve iki düzine başbakan çıkaran özellikleriyle Tayyip Erdoğan'ın vasıfları arasında muazzam bir benzerlik var:
İmam Hatipli olmak diğer liselilerle rekabetçi bir ortama sokuyor genci ister istemez; Tayyip Bey'in zamanında yıldızlaştığı 'münazara kulübü' ortamı da bir tek İmam Hatipler'de var.
"Bizim başörtülüler buraya kadar gelmişler" denilebilecek bir görüntü hakimdi salonda. Kapıda bizleri karşılayan Oxford öğrencisi başörtülü bir genç kızımızdı, onun yerimize yerleştirsin diye bizi emanet ettiği öteki genç kız da öyleydi. Oxford'ta tıp okuyormuş. Daha doğrusu ilk üç yılı Cambridge Üniversitesi'nde okuyup buraya naklini yaptırmış. Şimdi son sınıfta, yakında Oxford mezunu bir doktor olacak.
Yanlış izlenim vermek istemem, salonda değişik ülkelerden ve muhtemelen her eğilimden insan vardı.
Konferans değil de sanki dünyanın gidişini etkileyecek önemli bir olaya tanıklık ediyormuşcasına dikkatle dinlediler. Sordukları muhtelif sorularla dinlediklerini açma gayretine girdiler.
Jack Straw ne de güzel ve hatırşinas bir konuşma yaptı öyle. İkisi de dışişleri bakanıyken Abdulah Gül'le aralarında derin bir dostluk ilişkisi kurulduğu anlaşılıyor. Hatta aileler arası bir dostluk olmalı ki,
Hayrünnisa Gül'ü de nazik cümleleriyle birkaç kez andı. Cumhurbaşkanının insanı teslim alan yüz ifadelerine, tebessümüne ve bunların sergilediği içtenliğine çektiği dikkat galiba meslektaşları arasında yaygın bir kabul görüyor.
Gündüz Chatham House'da olduğu gibi Oxford'ta da
Kürt sorunu üzerine hiç soru gelmedi Cumhurbaşkanı Gül'e.
Kıbrıs iki yerde de gündemdeydi. Bir Tayvan'lı öğrenci
Türkiye'nin Çin ile samimileşen ilişkilerini yadırgar tavırlı bir soru sordu.
İran da soruldu. Ama
Kürt sorunu? Yok, sorulmadı. İlginç geldi bana.
Sir Cecil Rhodes Afrika'yı yağmalayan Batılılardan; zamanında yaptığı kötülükleri unutmuş, bağışlarıyla hala sürdürülen öğrenci burslarını meziyeti olarak öne çıkarmış
İngilizler. Adına kurulmuş
vakıf her yıl çok parlak Amerikalı öğrencilerden birkaçını Oxford'a çekiyor. Bill
Clinton da vakfın bursuyla bir yıllığına Oxford'a gelen parlak Amerikalı öğrencilerdendi. Akşam Cumhurbaşkanı Gül onuruna Rhodes'in üniversiteye bağışladığı binada verilen yemekte, tam karşımda Clinton'un resmiyle Nelson
Mandela'nın fotoğrafı vardı.
Meğer adama karşı olumsuz hisleri törpülemek için bulunan formülmüş Mandela.
Güney Afrika'da özgürlüğün timsali olan Mandela'nın adını da Sir Cecil'in adına ekleyip Afrikalı çocuklara burs verecek başka bir vakıf kurmuşlar. Mandela'nın Rhodes büstüne bakarken çekilmiş fotoğrafı adamın günahlarını unutturuyor olmalı bazılarına.
İngilizler bu işi de iyi biliyorlar.
Yemekte sağıma soluma düşen hocalar Türkiye'yi yakından bilen tiplerdi. Biri, "Yeni Türkiye deniliyor ya" diye başladığı cümlesini şöyle bitirdi: "Eğer
Kemal Kılıçdaroğlu partisinde verdiği mücadeleden başarıyla çıkar ve kimliğini de aşacak bir dönüşümü gerçekleştirirse, işte o zaman 'yeni Türkiye'den daha rahatlıkla söz edebilirsiniz."
Türkiye'yi de bilen ünlü bir İngiliz uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi hocasının bu görüşünü Kemal Bey'e duyururum.