Sözleşmeli askerlik projesi, izah edildiği kadarıyla askerlik sırasını tedirgin bekleşen gençlere bir şey ifâde etmedi; onlar bugünden yarına durumlarını açıklığa kavuşturacak, moda tâbirle "önlerini görebilecekleri" açık bir haber bekliyorlar.
Sözleşmeli askerlik, profesyonel orduya geçişin bir safhası olarak mâkul bir adım gibi görünüyor ama o kadar. Gençlerin büyük beklentisi karşılanmadı; hele hele, "Bastıralım parasını, verelim her neyse şu askerlik meselesini halledelim" diye sabırsızlanan
bedelli askerlik beklentisi olanlar için hiç yeterli değil.
Meselenin iki önemli ayağı var; ilki "Genel askerlik" kavramıdır ve bu kavrama göre askerlik çağına giren her vatandaş erkek asker olmalıdır. İkinci ve daha önemli unsur,
Türkiye'nin
savunma ihtiyacı. Bu iki unsur ilk elde birbirine bağlı gibi görünüyor fakat "Ne kadar çok asker, o kadar iyi savunma" paradigması çoktan yıkıldı. Türkiye şu esnada genel askerlik mükellefiyetinin doğru yönlendirmelerle iyi ve yüksek savunma hizmetine dönüştürülmesi sancılarını yaşıyor. Bu dönem sancılı geçiyor, çünkü genel askerlik mükellefiyeti (
Anayasa, m. 72), askerî vesâyetin en güçlü ayağıdır. Her delikanlı eninde-sonunda askerlik hizmeti yapmak zorunda olduğu için
Genelkurmay iri cüsseli, hattâ devâsâ bir bürokratik yapı haline geldi.
Askerî
bürokrasi, kendi rızâsıyla küçülmeye rıza göstermez; sadece askerî değil, hiçbir bürokratik yapı küçülmeyi hoş karşılamaz. Bürokrasi, dünyanın her yerinde Peter Prensibi'ne göre varlığını sürdürmek ve büyümek ister. Kaldı ki bizim askerî bürokrasimiz, küçülme veya daha kompakt bir yapı kazanma ihtimâllerine karşı kendini ideolojik siperlerle
tahkim etmiştir.
Türk ordusunun
modern zamanlarda yetiştirdiği en dikkate değer zihinlerden biri olan Dündar Taşer (1925-1972), vaktiyle Genelkurmay'da bulunduğu sıralarda orduda moral subayı adıyla mevcut kadroların
Alay müftülükleri haline getirilmesini
teklif etmiş, diyor ki: "Baktım, ilahiyat mezunu olanlar bile teklifi garipsediler; ezildiler, büzüldüler... Dedim ki, yahu moral subayı adı ile yaptığınız iş ne? Hiç... Kıtalarda moral geceleri ve moral eğitimi diye iki kaşarlanmışa göbek attırıyorsunuz. Zavallı askerler
tahrik ediliyor. Moral bu mu? Bana müftü lazım.
Savaşta veya tatbikatta, bazı zorunlu anlarda 'Şu yenebilir, şu içilebilir, şu iş şöyle yapılabilir' diye bana
fetva verecek, görünüşü, ahlâkı, hali tavrı ile askeri tatmin eder hoca lazım..."
İdeolojik siperden bahsettik az önce. Bizim ordunun ideolojik mevzii laikliktir. Vâkıa seferi zamanlarda askerin mânevi takviyesi için gündelik rutin dışına çıkıldığını biliyoruz fakat resmî bir kurum olarak ordunun "Dünya görüşü" laikliktir; Dündar Taşer buna eski tâbirle "Lâdînîlik" diyor ve ekliyor, "Lâdinî orduların savaş kabiliyeti yoktur."
Bizde bu mesele 31 Mart'ta
isyan eden Rumelili
Avcı taburlarından beri tartışılsa da Milli Mücâdele'yi yürüten BMM ordularının nasıl mânevî bir
destek ve heyecanla savaştığı su götürmez; bir ordunun değerini ise ideolojik kalitesi değil, muharipliği belirler, yani savaş kabiliyeti.
Profesyonel ordu, neticede bir "
sözleşme" akdine dayanacağı için ordunun ideolojik niteliği ister istemez ikinci plana gerileyecektir. Profesyonel orduların en büyük açmazı da budur; onları görevleri uğruna ölmeye ikna edecek güçlü bir mânevî sebep göstermek.
Bedelli veya bedava,
sözleşmeli veya zorla, Türkiye'de askerlik kavramı ve Türkiye'nin savunulması ihtiyacı değişimin eşiğinde; asıl tartışılıp irdelenmesi gereken konular bunlardır bence. Askerler, geleneksel ideolojik tahkimatın muharebe ruhunu yükseltmekte işe yaramadığını farkedince (Farketmişler midir?) durakladılar ve şimdi esaslı değişimin eşiğinde tereddüd ediyorlar: "Değişim ama nasıl?" diye düşünüyorlar. Sözleşmeli askerlik o tereddüdün işaretidir.
Bugüne kadar cihet-i askerî'ye dışardan fikir veren "Sivil" akademisyenler, meselenin bu vechesinden hiç bahsetmişler miydi acaba?
Haa, olup bitenlerde MSB'nin rolü mü; geçiniz efendim!